Düello yasasının, yasa torbalarından birinin içine sıkıştırılması pek yerinde olacak gibi görünüyor. Son günlerde öne çıkarak gündeme oturan ve “tokmak” olarak bilinen aletin düelloda kullanılan delici ya da kesici silahlar listesine eklenmesi fikrimce doğru olacaktır. Fikrimi soran olur mu emin değilim ama, olur a soran olursa tokmağın yeni bir icat olarak delici ,kesici silahlar listesine “bayıltıcı aynı zamanda eti kemikten ayırıcı silahlar” ara başlığı altında dahil edilmesini ve “gürz” sınıfından sayılıp , kafa kısmıyla sap kısmının imalatında kullanılan malzemeye göre sınıflandırılmasını salık vermek isterim. Ayrıca taraflar aynı malzemeden imal edilmiş, aynı cüsseye haiz tokmakları seçmek durumunda olmalıdırlar. Demire demir…Tahtaya tahta…Mermere mermer…
Yeni bir silah türü olarak gündeme düşen tokmağın,bizimki büyük bir şans eseri ağaç orijinlidir, başımıza açtığı işlere döneceğim ama önce küçük bir tarih gezintisi, daha doğrusu minik bir not: Düellonun yasal bir hüviyet kazanması için ilkin İstanbul Mebusan Meclisi’nde bir girişimde bulunulduğunu, ardından Ankara Meclisi’nde “Kalorifer Tesisatı Tamamlanıncaya veya Sobalar Kuruluncaya Kadar Birleşimlere Ara Verilmesi”ne dair verilen bir önergenin hemen ardından düelloya yönelik bir girişimin yapıldığını “Türk Parlamento Tarihi,cilt 1”den okuyoruz. Aynı kaynaktan, sayfa 665, girişimin karşılıksız kaldığını da öğreniyoruz.
Bu öğrendiğimiz ikincisidir. Ankara Meclisi’nde 30 Aralık 1920’de Operatör Emin Bey’in gayretiyle yapılmıştır. İlk birleşimde tasarının komisyona gönderilmesi Düellocu Emin Bey’i umutlandırmıştır. Ne ki Komisyon Emin Bey’in tasarısını “şeriata aykırı sakat bir âdet” olarak değerlendirmiş ve komisyon raporu 30 Ocak 1921 tarihli birleşimde okunmuş öneri böylelikle ret olunmuştur.
Olunmayaydı iyiydi. Şimdi kurallarıyla, oturmuşluğu ve içselleşmişliği ile mükemmel bir düello yasamız olurdu. Ne güzel… Şimdi biraz geç kalındığı doğru olmakla birlikte,bu, düello gündeminin tamamen kapandığı anlamına da gelmemelidir. Tarih biraz da ders almak için okunmalıdır. Şimdi, okuyanlar için ders çıkartmanın almanın vaktidir. Fikrim budur.
Düello yasası, içinden geçtiğimiz şu günlerde, çıfıt çarşısına dönmüş torba yasalardan birine; bir eksik,bir fazla mutlaka sıkıştırılmalıdır. Böylece, hadi ahaliye bulaştırıp başımıza iş açmayalım ,sokak eski düzen üstünden sürdürsün “niza”yı buna itirazım yok ama; en azından meclis bünyesinde yapılan ve şiddete dönüşen itişip tepişmelerde usul ve adabı belirlemek için düello geleneği derhal yürürlüğe girmelidir derim. Kocaman adamların alt alta üst üste yerlerde yuvarlanmaları; kiminin pantolonu patlamış, kiminin ceketi yırtılmış,takma dişler,peruklar havalarda uçuşarak ,koca göbekleriyle saç saça,baş başa dövüşmeleri sabrınızı şuranıza getirmiyor mu Allah aşkına? Yani demek istediğim, üzerlerine gaz ya da su sıkasınız gelmiyor mu içinizden billah aşkına? Yemin ederim her şey bir Toma’nın ucundaymış geliyor bana.
Her nedense gözümün önünde Davutoğlu, Şamil,Metiner,Arınç bir de Bozdağ…İlkin su sonra gaz…
Ülen bari Tayvan Meclisi’nde olduğu gibi uçan tekmeler, elin kenarıyla şöyle gırtlak koparıcı keskin vuruşlar, parmak uçlarıyla yapılan bayıltıcı dürtüşler yapılsaydı da biraz olsun kavgaya bir gösteri sanatı temaşası verselerdi. Bizimkilerde hiçbir yaratıcılık yok. 1877’den bu yana böyle. Güreşir gibi dövüşüyorlar!
Ama Oktay Saral başka!
Akepe Trabzon mebusu. Bu sevimli adam yeni bir heyecan kattı meclise. O güne kadar başkanın elinde sadece ikaz işareti gördüğümüz tokmak, bu defa daha ilerideki günlerde düello silahı olarak listede kendine yer açmış oldu.
Trabzon Of ilçesinde belediye başkanlığı yaparken ellerini iki yana kaldırıp“şükür namazı” kılınsın istemişti bir toplantıda Oktay Bey. Aynen şöyleydi söyledikleri: “Allah Başbakanımızı bizim başımıza nasip ettiği için her gün iki rekat şükür namazı kılmamız gerekir.”
Sonra mı?
Mebus oldu.
Şükrettiği için mi mebus oldu, mebus olduktan sonra mı şükretti, bu derin meseleyi öbür Oktay, Mehepe’li Oktay Vural, bir kürsü konuşmasında laf olarak bu Oktay’a sokuşturdu.
Bu Oktay, bir de bunların birbirlerine “sayın” diye hitap etmeleri yok mu, saygı duyup bayılıyorum, “ Sayın Vural ben Ofluyum” dedi. Ardından da,” bana dinimi öğretme, şükür namazı kime kılınır, nasıl kılınır,gel sana öğreteyim” deyince, öbür Vural yılların tecrübesi,gider mi? Gitmedi. Böylece bu derin felsefi sorun bir soru işareti olarak orta yerde kaldı.
Şimdi bu Oktay’ın, Saral, başkanlık kürsüsündeki tokmağı kapıp Cehepeli Refik Eryılmaz’a fırlatmasını Tayyip Bey’e olan şükranının, şükran şükürden gelir, bir ifadesi olarak değerlendirenler çıkacaktır. Bu bir yere kadar tamam ama, peşine taktığı 20’ye yakın cenkçiyle bu eyleme girişmesi şık olmamıştır. Düello yürürlükte olsaydı hepimiz teve aracılığıyla da olsa teke tek nefis ve hakkaniyetli bir dövüşe tanıklık edecektik. Oktay Saral ve Refik Eryılmaz silah seçimlerini yaptıktan sonra, birbirlerine girişecekler ,Allah’ın daima haklının yanında yer aldığı inancının kesinliği ile sağ kalan haklı, vefat eden haksız olarak meclis tutanaklarına geçmiş olacaktı. Şimdi ise kayıtlara geçen gülünç bir meclis oturumudur. Benim anladığım düello yasası torbaya sokulmalı, dövüşülecekse adam gibi adabınca dövüşülmelidir.
Öte yandan Cehepe Tokat Mebusu Orhan Düzgün’ün stenografların bulunduğu platformun merdivenlerden çenesine aldığı bir yumruk darbesiyle uçup sırt üstü yere çakılması,onu korumaya çalışan bir başkasının arkadan gelen darbelerle kafasının yarılması dövüşün kuralsızlığının göstergesidir. Dövüşün kuralları olmalıdır. Bu da ancak yasalarla olur.Düello yasası torbaya sokulmalıdır.
Ancak bir şey daha var ki bu ayıp düelloyla falan temizlenemez. O da Akepe Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş’ın hüngürdeyerek yakınmasıdır. Yaşamı boyunca boynunda asılı kalacaktır. O, sahiden komik bir ademdir.Buyurun:
“Kadına şiddeti konuştuğumuz bir ortamda bir erkek milletvekilinin kadın şiddetine maruz kalması söz konusu oluyor. Ben kürsüdeyim, Akepe grubu adına konuşma yapıyorum. ’Sayın Başkan,değerli milletvekilleri’diye başlıyorum. Bir omuz yiyorum bir bakıyorum ki Sebahat Tunc ile Pervin Buldan,benim söz hakkımı şiddet uygulayarak engellemeye kalkıyorlar…”
Şimdi ben yufka yürekliyimdir.Onu, yani Mustafa’yı, omzundan askıya alınmış, kafası sarılı, gözyaşları burnundan akan sümüklere karışmış biri olarak gözümün önüne getiriyorum da içim acıyor…Canım benim, kim bilir ruhen de darp edilmiş olmalı. Üzüntü duyuyorum. Şimdi bu adama ne demeliyiz? Bununla düello edilir mi? Tabi ki edilmez ama yine de düello yasası çıksın derim.