"Biz, köpek ve resim olan odaya girmeyiz"

Bu söz Cebrail’e aittir. Hadistir. İslam dünyasının en büyük muhaddisi olarak kabul edilen İmam Buhari, peygamberden naklen aktarır. 

İslam tarihinde, “büyük” sıfatı ittifakla kabul edilerek şanlarına uygun yerlere oturtulmuş kimi muhaddisler; ağırlık sıkleti resim olan bu hadisi kimi yan unsurlarla destekleyerek zenginleştirme yoluna gitmişlerdir. Temsil, Ebu Davut, resim yapmanın günahının başkaca mızır şeylerle mukayesesini temin için olmalı işin içine “cünup” olma halini de katar, yanına melekleri de ilave ederek. Davut’a göre peygamber şöyle diyesiymiş: “Resim, cünup ve köpek olan odaya rahmet melekleri giremez.”

Ebu Müslim ise peygamber’in uyarısındaki emir kipine dikkat çeker. “Canlı resmi yapma! Kıyamette ‘yaptığın resme can ver’ diye azap olunur. ”Her ne kadar söz konusu hadis, açık ve net komutla  başlayıp ürkütücü bir ikazla sonlanıyorsa da, yasağa getirilen sınırın daraltıldığı ve mekanı sadeleştirdiği, açıkçası biraz olsun ferahlattığı görülmektedir. Temsil, benim “canlı resmi yapma” uyarısından anladığım çiçek, ağaç, meyve sepeti yapmanın bir sakıncası olmadığı yönündedir. Yani natürmort hatta konstrüktivist ya da soyut başkaca resimler yapılabilir. Ancak yapılanın asılabileceğine dair bir açıklık olmaması işi biraz karıştırmaktadır. Çünkü bu hususta İslam alimlerinin görüşleri farklıdır ve sertten yumuşağa göre şöyle sıralanmaktadır: 1. Resim yapmak günahtır. 2. Canlı varlıkların resmini yapmak günahtır. 3. Resim yapmak ta, asmak ta günahtır. 4. Namaz kılınan odaya resim asmak günahtır.

Günümüzün büyük ulemalarından Cübbeli’nin “Sen buna bu şekli verdin ya, hadi can ver bakalım…Ohoooo nasıl verecek? Veremeyecek…Ne olacak…  sonsuza kadar azap çekecek…”Burada Cübbeli’nin  kıkırdayarak “hadi can ver bakalım” derken canlı varlıklara ait resimlerden bahsettiği aşikardır. Non-figüratif  olsa da namaz kılınan odaya resim asılmamasını, asılmışsa  en azından üstünün tülbentle örtülmesini salık verir Cübbeli.

Yeni Akit bir karikatür yayınladı. Charlie Hebdo dergisinden hazırlamış olduğu seçki nedeniyle Cumhuriyet gazetesini hedef gösteren bir karikatür…Karikatürü içerdiği mesaj açısından değil, yanlış anlaşılmasın; mesaj,  gazetenin vicdan yüklü o nefis karakteriyle pek güzel “pişti” olmuş buna itirazım yok. Ancak İslami hassasiyeti bu kadar yüksek olan gazetenin insan figürlü bir karikatürü yayınlanmasını mekruh, hatta haram seviyesinde mekruh olduğunu  bilmemesini yadırgadım. Eğer bu masumane bir editoryal dalgınlık halinin tezahürü değilse, öte dünyada epeyce çekecekler demektir:  “Ohoo sen buna bu şekli verdin ya,hadi can ver bakalım…Sizi büyük bir azap bekliyor!” Yeni Akit, Zaman, Yeni Şafak, Türkiye, Milli Gazete ve benzeri yüksek hassasiyetli matbuata, hadi fotoğrafı geçtik ama, “yaratma” faslına giren resim ve karikatür türü  şeylerden uzak durmalarını salık veririm. Biz battık bari siz batmayın!

Ayrıca Cumhuriyet’ten iki yazarın köşelerin taşımış oldukları karikatürün İslam peygamberiyle hiçbir benzerliği olmadığı gibi karikatürdeki konuşma balonlarının içine yerleştirilen yazıların bırakın  öfkelenmemize neden olmasını son derece insancıl bulduğumu belirtmeliyim. Ayrıca karikatürde resmedilen kişinin İslam peygamberi olduğu hangi özelliklerine bakılarak anlaşılmış çözemedim. Peygamberin fiziksel tarifini İslamcı bir yazar yapmış, ben yapsam vurmaya kalkarsanız, buyurun okuyun: “Ortadan uzun boylu, siyah dalgalı saçlıydı. Açık ve yüksek alınlı, kalın siyah kaşlıydı. Kaşları birbirine çok yakın,fakat bitişik değildi. Göz bebekleri çok tatlı bir siyahtı. Uzun ve siyah kirpikleri,bakışlarına ayrı bir tatlılık verirdi. (Salih Suruç, Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı,1.cilt s.123, Yeni Asya yayınları, 1.Baskı,şubat 1992, İstanbul.) Çok mu salağım; karikatürde olan biteni şaşkınlıkla izleyen gayet sevimli anonim bir Müslüman Arap’tan başkasını göremiyorum da.  

Ben bunları yazadururken bir gazetede Tayyip Bey’in sarayında yemek yiyen bir grubun  fotoğrafına gözüm kaydı. Fotoğrafın arka planı daha yolun başında sarayın tehlikeli iklimlere doğru savrulduğuna  işaret ediyordu. Yani bence böyleydi… “Egemenlik kayıtsız şartsız Allahın’dır… Ben meclisin dua ile açılmasından yanayım…Elhamdülillah  Müslüman’ım diyenlerin şeraitçiyim demesi de gerekir…Mahkemelerin baş örtüsü  ile ilgili söz söylem e hakkı yoktur söz söyleme hakkı din ulemasınındır…” türünden güçlü ifadelerle yerli yersiz dini göndermelerde bulunan    Tayyip Bey’in sofra fotoğrafını  gören insanların çoğunluğu muhtemelen sofradakileri teşhis  peşine düşerken,ben,  yüksek tavanlı odanın duvarlarına kilitlenip  kaldım: Duvarlarda Her “aplik”in altında yumuşak  bir ışığın aydınlattığı tablolar görünüyordu…Allah var, başka salon ve odaların duvarlarını bilemem ama fotoğraflanan odada canlı varlıklara ait resim var desem yalan olur. Hem ayrıca duvardaki resimlerin  hepsinin  natürmort ya da manzara resmi olduğunu da teşhis etmiş durumdayım. Bu  elbette sanıkların lehine ama, referans olarak Buhari  alınacak olursa natürmort ta olsa, manzara da olsa durum fena. Korkarım onları  büyük bir  azap bekliyor. Şeyhülislam  Mustafa Sabri Efendi’yi tanır mısınız, hani şu şapka giymeyeceğim diyerek Mısır’a kaçanlardan. Ankara savaşçılarına fetva çıkaranlardandır, akli ve nakli ilimlerin ustası olduğu söylenir. Pek şirin pek akli  özetlemiş resimcilerin başlarına gelecekleri. Naklediyorum:

“Kıyamet gününde cehennemden müthiş bir boyun uzar. Bu boyundaki başın her tarafa bakarak dehşet saçan iki gözü,gayet hassas iki kulağı ve söylediği yıldırım gibi kelimelerle dinleyenleri şaşkına çevirecek bir de konuşması vardır. Şöyle der: Ben şu üç sınıf insana azapla görevliyim: İnatçı cabbarlar,şirke gidenler,resim yapanlar…

Resim yapmamak ve resim asılı olan odaya girmemek sünnettir. Bari sarayın yemek salonundaki resimlerin üzerlerini  birer  örtüyle kapatmak birilerinin akılına gelseydi. En azından hafifletici nedenleri olurdu öte yakada.”Tabii cehennemde uzayan o müthiş boyun” ikna olur muydu bilemem. Hele ki görevi  Hüseyin Hatemi ‘ye yıkmışlarsa! Adamcağız  izah edinceye kadar, ohoo…

Herifin biri teve’de  akrabalara torpil yapmayı savunurken “ayetleri” referans gösteriyordu. Hatırladınız: Mehmet Metiner, diyorum, bir de azarlamıştı kendisine soru soran fukarayı, “sen Allah’ın ayetlerine inanmıyor musun” diye! Ben de bir yığın hadis sıraladım inanın sünnettir!

Şimdi az önce söz Tayyip Bey’e gelmişti ya, gelince, onun “Resim gibi plastik sanatların bir kolu olan heykelle, gıda bahsine giren helvayı nasıl ilişkilendirdiğine temas etmeden geçmek olmaz. Her şeyden önce heykel, dört mezhebin bütün ulemasına göre bahanesiz mahanesiz külliyen yasaktır. Öyle ki çocuklar için hazırlanmış oyuncak bebekler  bile, hele de barbie’ler. Maazallah…Aslında ne güzel bir konu. Başınızı çatlatıncaya kadar yazabilirim ama çok uzamış olur. Neyse,bunu geçiyorum.  “Helva” meselesine dönüyorum. Tayyip Bey’in  5’inci Din Şurası’nda yapmış olduğu konuşmayı not alanlarınız var mı? Ben aldım. Usulca değindiği plastik sanatlarla ilgili olan bölümü şöyle:

“Akıl ve bilimden başka bir şey tanımayanlar,dinimize ve vahiye ciddi bir saldırıda bulunmuşlardır.Din ve devlet işleri ayrılsın diyenler,Kâbe’yi bırakın bize Çankaya yeter diyenler,helvadan put yapıp tapıyorlar…” Tayyip Bey devamını  getirmemiş. Ömer Hazretleri,sordan halife,  “cahiliye dönemi”nde yaptığı putları sabahleyin yermiş!  Nefis işte, çekiyor, ne yapsaydı  adamcağız.

Tayyip Bey’e Çankaya’nın yetmediğini artık biliyoruz. Bu ayrı bir bahis.”Helva” ise önemli ve şu an ki bahis. Ankara’da Yüksel Caddesi’nde bir bankta yıllardır kendi halinde  durmakta olan kadın heykelini Tayyip Bey’in  konuşmanın ardından söküp yürüttüler. Ya yiyecekler  ya…Yahu ne bileyim söyletmeyin işte kilo hesabı satacaklardır her halde!