Bir yılbaşı yazısı: Füruzan Şekerşerbet

Kendisini sahibim sanan kadın evden çıkınca salondaki koltuktan kalkıp yatak odasına geçtim. Şimdi yataktayım. Dışarıda harika bir kar var. Değişiklik hem ferahlık veriyor hem de yatak odasının bahçeye yakın olan penceresi  dış dünyayla olan irtibatımı sağlıyor. “Hanfendi”nin evden çıkması pek güzel oldu. Öbürsü, beni “değerli dostum” diye seven kel adam, çoğu zaman olduğu gibi yine evde. Bu adam bazen efendi-köle ilişkisinin sınırlarını aşarak beni kendisiyle eşitlemeye kalksa da sevilmeyecek gibi değil. Yemin ediyorum masaldaki “Cin” gibi. “İşittim ve itaat ettim” diyen türden. Bütün yaptıklarıma katlandığı gibi lafımın üstüne laf yetiştirip asabımı bozmuyor adını vermek istemediğim “hanfendi” gibi…

Bizim kel adam sabahtan beri yoğun bir faaliyet içinde. Büyükçe iki kitap kutusunu kesti, biçti, nereden bulmuşsa tahtalarla destekleyerek daha büyükçe bir kutuya dönüştürdü… Boylu boyunca uzandığım yatakta patilerimin üzerinden koridorda olanı biteni gözlüyorum. Bıyıklarım, kulaklarım ayaklanmış durumda meraktan. Benim bildiğim şu hayatta üstünde durmaya değer iki kutu var. Biri benim kum kutusu diğeri ayakkabı kutusu. Ayakkabı kutusu, daha doğrusu kutuları evde yapılan sohbetler kanalıyla girmişti hayatıma. Aklımda kalmış, geçmiş gün, birileri dolar mı ne istiflemişti, hem de öyle az buz miktarda değil, milyon falan gibi. Rüşvet mi almış neymiş… Bak şimdi cırrrt, cırrrt bantla kutuyu güya sağlamlaştırmaya çalışıyor. Eğer bu yaptığı dolar kutusuysa aferin ona. Dört ayağımın üstüne düştüm demektir. Aklıma ne geldi: bir insanın kendisine hediye olarak gönderilen takım elbisenin ceplerinden dolar desteleri çıkması kadar hoş ne olabilir. Sizi bilemem ama böyle bir hadiseyi de hayal meyal hatırlar gibiyim.

Dolar önemli; çünkü nicedir söylenip duruyor kendisini benim sahibim sanan “hanfendi”. Neymiş, aşırı kiloluymuşum da bu nedenle diyet mama kullanmam gerekiyormuş da, dolar arttıkça fiyatı artıyormuş da, biz bir garip “Çingene”ymişiz gümüş zurna neyimizeymiş de, market mamasına dönermiş de, dönerse günümü görürmüşüm de... Söylenip duruyor işte. Bana göre hava hoş, market maması daha lezzetli vallaha. Ne yapabilirim su içsem yarıyor işte! Cırrrt her tarafını sarıp sarmaldı koli bandıyla kutunun. Yok, bu dolar kutusu değil… Yahu bu ne? Eyvah işte şimdi yandık, bu bir kedi evi!

Bunlar beni sokağa mı atacaklar… Sakın bu benim için olmasın… Ulan bu kışta kıyamette sokakta, bu yaştan sonra karton bir kutuda nasıl yaşarım, vicdansızlar… Şu doların başıma açtığı işe bak. Neydi o adamın adı… Hani “jöleli” diyorlar. Başdanışman. Dolar iki doksandan, üçe falan çıktığı günlerde tansiyon yükselmişti de sizinki televizyondan bir haftaya kalmaz eski seviyesine iner dediydi. Şimdi gel de bu adamı kulaklarından tutup çifte koşma. Buyurun inmediği gibi, altı aydır dikine öyle bir yükseldi ki aşağıya bakmaya gelmez. İndiren olursa söz market mamasına döneceğim.

Sıkıntıdan tüy dökecek hale düşmüşken beni biraz olsun eğlendiren “Dolarlarınızı bozdurun” diyen kişi oldu. Tanımam etmem nihayetinde bir kediyim ama “Benim valim, benim bakanım, benim belediye başkanım, benim muhtarım, benim milletim" diye konuştuğuna göre önemli bir mevkide olmalı diye düşünüyorum. Baksanıza aklınıza gelebilecek her şeyi “ben” üzerinden yürütüyor ve tarif ediyor. Bu yanıyla biraz kendime benzetmiyor değilim hani. Ben de “ben”i merkeze alırım her daim. Ancak benim “ben”i merkeze almam kadar tabii ne olabilir, çünkü ben milyon yıllık hayatın en değerli kazanımı, kazanımların arasında da en seçilmiş olanıyım. “Bozdurun” dedi ya, şimdi bunu insan cinsi nasıl anladı bilemem ama ”bir” doları olanın örgüt üyeliğinden içeri tıkıldığı ülkede ben şahsen kedi olarak, kendimi onların yerine koyuyorum da, imkanı yok bozdurmaya cesaret edemezdim. Yine de “şu kadar dolarını bozdur makbuzunu göster diyet mamanı bedavaya al” kampanyası açılsaydı bir kedi olarak her şeye rağmen böylesi bir kampanyayı desteklerdim ama, bizimkilerde dolar istifleyecek feraseti ara ki bulasın! Dolarınız batsın. Kedi Evi’ni gördüm ya bir an  göğsümde bir ağırlı anlatamam, sanki bir “pitbull” tarafından kovalanır gibi oldum.… Kalkmalıyım. Yataktan güçlükle doğruldum: “…Ooo Füruzan Hanım günaydın kalktınız mı?”

Bir de alay ediyor… Kedi evi hazır ya… Şimdi beni içine tıkacak ve yallah bahçeye… Ne yiyip ne içeceğim o da meçhul. Kar yağışının bıraktığı o harika duygu bir anda kâbusa dönüşmek üzereyken “efendi”yi “kölesi”ne sırnaştırmaya mecbur kılan o şirin söz: ”İşte Aliş’in de evi hazır artık üşümeyecek!”

Aliş! “Kentsel Dönüşüm” nedeniyle yaşamı allak bullak olmuş, her nasılsa ayakta kalabilmiş bir sokak berduşu! Adını bizimkiler “Sarı” koymuştu ki  üst komşunun eski bir tanıdığı çıkmaz mı! Gerçek hüviyeti böylece ortaya çıkmış oldu: Aliş… Bana soracak olursanız vardır bir alaveresi bunca zamandır hüviyetini gizlediğine göre ama neyse. Berduş Aliş’in evine baktım da gazetelerde gördüğüm öbür müteahhit Ali’nin damadına düğün hediyesi olarak verdiği  konaktan aşağı kalır yanı yok ama düğün pastası ve gelinlik başka bir âlem!

Ben bir kediyim… Sözlerimin kimi nasıl huylandıracağını, hakaret olarak algılanıp algılanmayacağını nereden bilebilirim. Temsil “öküz” dersem… Demiyorum da, hani dersem hakaret etmiş mi oluyorum o inşaatçı müteahhit Ali’ye. Düğün pastası dedikleri yemin olsun bildiğiniz dubleks ev. Gelinlik ise dik dört adet direk çek üstüne eteğini olsun sana sadrazam çadırı. Çok, yüz bin dolarmış ederi gelinliğin. İçimden nasıl da “öküz” demek geçiyor…  Diyemiyorum. Ne demişler “Az veren candan, çok veren maldan!” Bu lafı eden Ali değil, Mehmet. Mehmet Müezzinoğlu. Çalışma Bakanı… Asgari ücretin 1300’den 1400’e yükseltildiğini açıklarken  candan, ama nasıl da candan sırıtarak bakıyor ekrandan bayıldım doğrusu… Bir de bana “arsız” demez mi kendisini benim sahibim sanan o kadın. Al bak kimmiş arsız olan… Ha bu arada büyük şefinizin yaptığı açıklamaya göre yüksek gelirli ülkeler sınıfına geçmişsiniz.

Televizyon, oyalanmam için iç sesimin salık verdiği bir öneri. Televizyonun tam karşısına düşen koltuğu seviyorum ve koltuğa kimin oturacağı konusunda “hanfendi”yle çekişme halindeyiz. Bu koltuğun arka kısmını törpü aleti olarak kullandığım için mülkiyetinin kime ait olduğunun tartışılmasını öteden beri fevkalade abes görmüşümdür. Kime ait olduğu yeterince açık değil mi? Tırnaklarımı burada törpülüyorum. Güya koltuğun arkası lime lime yapmışım… Her defasında söylenip duruyor. Yoo, ben bu kadına artık katlanamayacağım. Önüne geleni “fetöcü” ilan eden şarlatanlara benzemekten korkmasam “Fetöcü” diye ihbar etmeyi dahi düşündüm birkaç kez. Neyse ki bu aşağılık düşünceyi kedi cinsine yakıştıramadığımdan kovaladım gitti!

Şu anda televizyonda başkanlık sistemini tartışıyorlar. "Vah-Çeli", yani bilemiyorum, ismini yanlış da algılamış olabilirim, koltuk değneği olmuş diyorlar tartışılan başkanlık sistemine. Adam sendelemiş tam düşecek, çırpınarak tutunacak bir şeyler ararken uzatılan değneğin adı oluyor galiba Vah-Çeli! Pek aklım ermez, ne de olsa kediyim ama bana kalırsa  Vah-Çeli, çok çok af edersiniz bizim kuma yaptığımız şeyi halının üstüne yaparken yakalanmış olmalı. Yakalanmakla kalmamış kameraya da alınmış ve ifşa tehdidiyle karşı karşıya kalmış olmalı. Biz kedilerin hayatta en azından bir kere başlarına gelir bu tatsız durum ve başkaca bir şey gelmiyor aklıma. Düne kadar başkanlığa heveskar olan zatın şuurundan kuşku duyan; başkanlığı şahlık, sultanlık, tiranlık, krallık ve emirlikten farklı görmeyen Vah-Çeli’nin birden bire değneğe dönüşümünü bir kedi olarak ancak böyle açıklayabiliyorum. Füruzan Şekerşerbet olarak benim analizim budur!

… Dışarıda kar var. Gözlemlerime  göre estetik ve dayanıklılık açısından yüksek bir mimarlık şaheseri olan “Kedi Evi”nde, buradan göremiyorum ama uyuyor olmalı Aliş. Ben koltukta bir yandan haberleri izlerken öte yandan gece makyajımı yapıyorum. “Hanfendi” ve beni “sevgili dostum” diye seven kel adam mutfakta… Memleket meselelerini bir yana bırakırsak, nasıl bırakılır onu da bilmiyorum ya, keçeyi suya atmayın… Fakir Baykurt’un sözüdür; durdun hele Karabük’te “sekiz” olmuş demirleri dümdüz yapıyor işçi sınıfı…  Hepinizi sol patimle selamlıyor yeni yılınızı kutluyorum vesselam!