Bir esnaflık türü: Osmanlı'da dalkavukluk

Osmanlı’da dalkavukluğun meslek olarak kabulü ve bir zanaat dalı olarak esnaf odalarına kaydı I. Mahmut döneminde olmuştur. Daha önceleri hiçbir güvenceleri olmayan dalkavuklar “canın sağ olsun gönlünden ne koparsa güzel ağabeyciğim” hesabıyla görev icra ederlerken I. Mahmut’un fermanıyla durumları düzelmiş, çalışma koşulları, mesaileri, kuralları tespit edilmiş ve bir usul dairesinde, bildiğiniz nalbur, nalbant, mestçi, sayacı, sepetçi, urgancı, kalaycı ve benzerleri gibi esnaf odalarına dahil edilmişlerdir. O güne kadar korsan dalkavuklardan illallah etmiş olan “rical” rahat bir nefes almış, dalkavuk istihdamını esnaf odaları üzerinden temin etmeye başlamıştır.

Esnaf odasına kabul edilmek ise ahilik mektebinin minderlerinden ve rahlelerinden geçer. Şimdi ben “zaviye” desem küçümsersiniz, ahi mektepleri demektir, neye benzetsem, bulamadım ancak günümüzün teknoloji kolejlerine benzetenler var. Bu tarif haremi yatılı özel kız kolejleriyle bir tutmaya benziyor bir nebze. Olabilir. Anladığım kadarıyla buralarda mesleki bilgilerin yanı sıra genel ahlak, görgü kuralları ve dini konularda sıkı bir eğitime tabi tutuluyorlar. Ahi adayları mezun olup meslek hayatına atıldıktan sonra gayret ederlerse zaman içerisinde ahilik teşkilatının son kademesi olan "Şeyh-ül Meşayih" seviyesine kadar gelebiliyorlar. Dokuz kademeli ahilik teşkilatının son ve en yüksek kademesine "Şeyh-ül Meşayih" deniliyor. Bir nevi ordinaryüs profesör… Yalan mundar, herhangi bir yerde rastlayıp okumuş değilim ancak bu kariyerin  dalkavuk sınıfından olanlar için de geçerli olması doğal değil midir? Bu soru bana sorulsa ikirciksiz olarak cevabım şu olurdu: doğaldır, yeter ki gayret bizden başarı Allah’tan düsturu elden bırakılmasın.

Gayretlerine saygı duymamak elde değil. Dalkavuk takımı icra ettikleri mesleklerinin bir düzene sokulması için Sultan Mahmut’a iletilmek üzere bir arzuhal yazıyorlar. Bu arzuhalin tam metnini Reşat Ekrem Koçu’nun “Tarihimizde Garip Vakalar”dan okuyabileceğiniz gibi (Doğan, 2016) internet sitelerinden özetini okuyabilirsiniz. Açıkçası bunu sadece bir şikâyetname ya da  bir “talep” olarak okumak ne kadar doğrudur bilemiyorum. Evet, tamam bunlar var ama dalkavuklara not vereceksek, onların bu girişiminin altındaki kurumsallaşma ve modernleşme çabasını görerek değer biçelim değil mi ama! Ayrıca samimi ve pek şirin olduklarını itiraf etmek durumundayım:

“Devletli, inayetli, merhametli efendim! Kimsesiz dalkavuk kullarınızın arzuhalidir. Her sene Ramazan-ı Şerif geldiğinde İstanbul’da davetli davetsiz iftarlara gideriz. Ulemanın, ricalin ve devlet büyüklerinin sofralarında çeşitli nefis yemekler, türlü türlü reçeller, üzme aşüreler, tavuk göğüsleri, helvalar, baklavalar yer içeriz. Lakin içimizde bazı terbiyesizler bulunup, edebe uymayan tavırlarıyla velinimetimiz efendimizi gücendirmekte, zararı hepimize dokunmaktadır. Dalkavukluk sağlam bir nizama bağlanmasa cümlemizin açlıktan öleceğimiz aşikardır. Yeni bir nizama bağlanmamızı, içimizde uygunsuzların tart edilmesini, Şâkir Ağa’nın cümlemize kâhya tayin olunmasını ve eline memuriyetini bildiren bir kıt’a ruhsatname ihsan buyrulmasını niyaz ederiz. Emir ve ferman devletli, inayetli sultanım hazretlerinindir… Dalkavuk kulların.”

Burada istenilen nizam ahilik nizamıdır.

Bu arzuhalle dalkavuklar kurumsallaşmak arzusunu açıkça beyan etmektedirler. Kurumsallaşmanın yararlarını çok eskiden beri var olan ve “Seferli Koğuşu” odasına kayıtlı “soytarı takımı”ndan gözlemlemiş olmaları gerekir. Önceleri okul bebelerinin (Enderun) kirli çamaşırlarını yıkamakla görevli soytarıların “terakki” ederek sultanın güldürücüsü olmalarını ve bu sayede edindikleri dokunmazlıkları gıpta ile izleyen dalkavuklar, kendilerini esnaf sınıfından saydırarak sultan fermanı ile ahi teşkilatına katılmanın yolunu bulmuşlardır. Önemlidir. Böylece  dalkavuklar, ahi yasasıdır, aralarındaki haksız rekabeti terk edeceklerdir, bu bir; dalkavuk ile saray arasındaki ilişki teşkilat tarafından düzenlenecektir, bu iki; dalkavuk aklının estiği gibi hareket edemeyecek teşkilat sayesinde üslupta birlik fiyata istikrar sağlanmış olacaktır, bu üç; teşkilata üye dalkavuklara saray, faizsiz kredi verecektir bu da dört..

Bir de fiyat tarifesi var.  

Tarifede her şey bir yana; kabak, bostan dolabı şu, bu… “Sıçan” faslında, söz konusu olan ”fındık” da olsa, öyle demeyin, biçilen fiyat pek düşüktür… Bu cümleden devam edeceğim de bu birazdan olacak, önce tarifeyi aktarıyorum:

“Dalkavuğun burnuna fiske vurma, fiske başına 20 para. Başına kabak vurma 20 para. Yüzünü tokatlama, tokat başına 30 para. Oturduğu setten veya minderden aşağı yuvarlama 180 para. Çıplak başına tokat vurma 40 para. Sakal boyaması 60 para. Yüzüne mürekkep veya kömür ile kara sürülmesi 37 para. Bostan dolabına bağlanarak su içinde bir miktar durdurmak şartıyla bostan kuyusunda bir devir, 600 para…” Ve sıçan!

Yani olacak iş mi Allah aşkına!

Sıçan, evet fındık türü de olsa dalkavuğun ağzından boğazına sarkıtıyorsun, sıçanın kuyruğu sarkıtanın şahadet parmağı ile başparmağı arasında kaydı kayacak, hem sonra bu pozisyondan sonra kayıp kaymaması neyi değiştirir ki, yahu olacak iş mi, 400 para! Bari, kayması halinde başka bir fiyat uygulanacaktır desene behey adam!

Devam edeceğim demiştim ya, ediyorum:

Şimdi bunu günümüze taşısak …

Hani, temsil…

İtiraz uygulamanın biçimine değil fiyata olacaktır. Soytarılıkla dalkavukluk arasındaki mesafe sadece sıçan kuyruğudur.

Kuyruk kayarsa, mesela, 500 olsun!