Başbakan’ın öfkesinden kurtulmanın yolu ve Parpar Ahmet

Geçtiğimiz günlerde Türk Tabipler Birliği, Recep Tayyip Erdoğan'ın “ayrıştırıcı, ötekileştirici, kutuplaştırıcı dilinden” endişe duyduklarını açıkladı. Özellikle de 15 yaşındaki bir çocuğun polis marifetiyle katledilmesi, ardından terörist ilan etmesi ve meydanlarda acılı anneyi yuhalatmasını örnek olarak gösterdi TTB pek haklı olarak. Buna Erdoğan’ın sınır tanımayan, hatta söylentilere inanacak olursak çok yakın çevresinin bile dilinin tutulmasına neden olan yasakçı tutumunu “sözünün üstüne söz, kaşının altında göz” var diyen herkese öfkeyle kustuğunu da eklersek adamcağızın içine düştüğü durumun sanıldığından daha berbat olduğunu anlamakta güçlük çekmeyiz. “Adamcağız” diyorum, çünkü görebildiğim kadarıyla hastalık ruhunu teslim almış, yakasını bırakmıyor. Evet hastadır ama şükür tedavisi olanaksız değil. Her sabah sokağa çıkmadan önce alacağı 5 mg'lık bir stilizan, onu pamuk şekeri yapacaktır. Bunun öfke kontrolünde işe yaradığını, Erdoğan’ın meydanlardaki denetimsiz öfkesini ve olur olmaz hakaretlerini duyunca, öfkeden çatlamamak için kullandım, yani bizzat deneyerek öğrendim. Uydurmuyorum. Öneriyorum.

Gezi Başkaldırısı sırasında eski İçişleri Bakanı Muammer Güler’in, Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın ve İstanbul Valisi Hüseyin Mutlu'nun Erdoğan'ı yatıştırmak için yapmış olduğu söylenilen “insansal” girişimlerden bir sonuç alınamaması Tabipler Birliği’ni haklı çıkarıyor gibi geliyor bana. Bu durumda “kimyasal” tedavinin kaçınılmaz olması tabiidir. 5'liğin çare olmaması halinde dozaj artırımına gidilip gidilmeyeceğini, gidilirse ne gibi komplikasyonların olabileceğini, dürüstçe söylemem gerekirse bilemiyorum bir hekime, en iyisi Türk Tabipler Birliği’ne danışılmasını önermekten başka bir yol da göremiyorum. Bazı hastaların “kimyasala” çekinik durduğu biliniyor. Bu durumda bitkisel tedavi yöntemini her olasılığa karşı el altında tutmak gerekir derim. Bitkiselde karar kılınırsa başköşeye oturtacağım “Çarkıfelek” olacaktır. Yatıştırıcıdır... Günde üç bardak, ılık suyla...

Yine mi olmadı? Bu durumda hastayı öfke nöbetlerinden ve buna bağlı olarak önüne geleni aşağılama alışkanlığından kurtarmanın bir yöntemi daha var ama bunu tartışmaya açmam gerekiyor. Kişisel fikrimi soracak olursanız bu yöntem tebabet-i ruhiye aleminin şahmeranıdır. Yani bildiğiniz Lokman Hekim! Ne ki tıp dünyası bunu bilimsel olmaktan ziyade üfürükçülük faslına sokup, itibarsızlaştırmayı yeğlemektedir. Şöyle Erdoğan’ın sıkça kullanmaktan keyif aldığını bildiğimiz bir sözcük vardır, “çok enteresan” diyerek ağzını açar, şimdi sadece “enteresan” olanını borç alıyorum, evet, “enteresan” ve bir o kadar kesin sonuç alıcı bir yöntemdir. Şöyle ya da böyle! Elbette üfürükçülük faslına sokulduğu için ısrar etmekten çekiniyor, illa ki uygulansın demiyorum, sadece okuyucuların merakını gidermek için yazıyorum, buna kısaca “Parpar” tedavi yöntemi diyoruz. Basit ama kesinlikle sonuç alıcıdır. Yineliyorum: Şöyle ya da böyle!

Sabah, akşam öfkesiyle bütün bir köyün başına bela olan, millete etmedik hakaret, yapılmadık zulüm bırakmayan Parpar Ahmed’i, “Köyün Kamburu” adlı romanında Kemal Tahir pek güzel anlatır. Olan biten bana kalırsa gayet demokratiktir. Gün gelir, öfkesi burnunda Parpar Ahmed’in “hasta” olduğuna sandıktan çıkan Köy İhtiyar Heyeti karar verir. Uygulanması elzem olan tedavi yöntemini öneren de köyün “bilge” kişisi Uzun Hoca’dır. Uzun Hoca deyip geçmeyin, İhtiyarlar Heyeti’ni tatlı tatlı bir ikna edişi var ki orada olsanız, siz de sopayı kapar her kimi işaret etmişse Allah yarattı demez girişirsiniz:

“...Ecinni tayfası birine bulaştı mı karnına girer oturur. Orda düğün-dernek kurar. (...) İşte o sıralar herifi böyle bir öfke kaplar. Bence haklı... Senin de karnında ecinni derneği kurulsa, öfkeden sen de göklere çıkarsın... Dediğim gibi bunun ilacı: Sopa... (Ancak) ecinni derneğine her sopa kâr etmez. Bunun yolu başka... Müslüman’ın bir bölüğü sopalarken, bir bölüğü “Allah-ı Ekber diyecek... Kafasından başka, gönlün neresini dilerse vurursun.”

Kemal Tahir ağzıyla, aman ha buraya dikkat isterim! Maksat, adamın sopalanması değil, adamın kafası hariç diğer yanlarına değnek marifetiyle makul bir miktarda şiddet uygulayıp, cinlerin adamcağızın karnından ihracını sağlamaktır. Uzun Hoca’nın “ecinin” dediği cin tayfasının, adamın öfkesini de alıp savuşacacağı varsayılmıştır. Hani “şöyle ya da böyle” demiştim ya işte bu “böyle” olacağı varsayılandır. Bir de olan vardır, şöyledir ve işte Parpar Ahmed’in başına gelen bu cinstendir: Densizin biri kafa/göz fazla iştahlı vurduğundan, cinler tüyerken, Parpar’ın öfkesi “şeyinden” çıkmış ve vefatı temin etmiştir.

Kişisel olarak “Parpar” yöntemini bilimsel bulmakla beraber, uygulama önerisi olarak değil de tartışma zenginliğini artırıcı bir başlık olarak sunmuş bulunuyorum.

Kuşkusuz yöntemler zenginleştirilebilir. Benden bu kadar, yani kimyasal, bitkisel ve parparsal... Beğendiğinizi seçin. Bundan sonrası size kalmış!