6/7 Eylül 1955: Bugün polis değil Türküm!

1942 yılında Varlık Vergisi uygulamasıyla hedeflenen “ekalliyetleri göçertme” operasyonu arzulanan hedeflere ulaşamadığı gibi, dış baskıların artmasıyla sürdürülebilirliğini de yitirdi. Ve 1944’te “battal” ilan edildi. Bu, yasanın yürürlükten kaldırıldığı anlamına geliyordu. 1955 yılında bu defa Adnan Menderes Hükümeti (Demokrat Parti) bakındı, aradı,taradı hani devlette devamlılık esastır ya, ne yaptı, ne etti Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1946 yılında hazırlatmış olduğu “Azınlıklar Raporu”nu bir yerlerden bulup çıkardı:

“…Anadolu’nun hiç olmazsa gayri Müslim ekalliyetten tamamen temizlenmesi için bunların her tedbire başvurularak evvel emirde Anadolu köy ve kasabalarından İstanbul’a nakledilmeleri lazımdır. Bu suretle hem çoğalmalarının önüne geçilmiş hem de yarın bu mesele halledilirken topluca hal imkanı hazırlanmış olur. (…) Anadolu’da bugün Rum yok denecek derecede azdır. Hiçbir yerde tehlike teşkil edecek durumda değildir. Binaenaleyh Rumlar için tedbir alınması gereken yerimiz İstanbul’dur. Bu hususta tek söz, İstanbul fethinin 500.yıldönümüne kadar İstanbul’u tek Rumsuz hale getirmektir.”   

Getiremediler, daha doğrusu sembolik  anlam atfedilen  “500” e yetiştiremediler. Bu projeyi “taçlandırmak” ancak  iki yıllık bir gecikmeyle mümkün olabildi. O da eksikli.

Bütün gayretimize rağmen bir türlü tüketemedik gitti mesela şu Rumları! İsmet Paşa’nın 1964 yılında yapmış olduğu girişim sayıyı ancak 60 bin eksiltebildi. İstanbul’da 90 bin iken 30 bine düşürebildik. Yine becerememiştik. Ermenisiz, Rumsuz, İsasız, Musasız; şöyle, sadece Müslüman  takkesi bir sadeliğe kavuşturamamıştık İstanbul’u. 1923 mübadelesinde Öz be öz Türk ve gayet temiz Türkçeyle konuşan ama maalesef Ortodoks inancına sahip olan Karaman’ın Türklerini bile kovalamıştık ama; İstanbul’umuzu  Rum’dan, Ermeni’den, Yahudi’den arındırıp biz bize kalamamıştık.

Şimdi 1955’e geleceğim de, hazır değinmişken  biraz daha eskilerde gezinmeme izin verin. 1925 yılında bir yasa çıkarılıyor. “Gün” saptamacasına karar alınıyor. 26 Şubat’tan itibaren gayrimüslim vatandaşların İstanbul’dan Anadolu’ya olan seyahatleri izne bağlanıyor. Öyle aklına esen,temsil, İstanbul’dan kalkıp Maraş’a gidemiyor. Öyle yağma yok, izin alman gerekiyor. Burada murat edilen İstanbul dışında başka yerlerde malı, mülkü olanları mallarından mülklerinden soğutmak ve sattırmak! Devletin bu aklına şaşıp alkışlarken bu defa, 1934 oluyor ve şöyle bir kanun çıkarmayı akıl ediyorlar. Kanunun bütün kanunlar gibi bir de adı var: Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Hakkında Kanun”. Hadi buyurun, bu kanunla yabancıların bazı meslekleri yapmaları yasaklanıyor. Gayrimüslimlerin dışında İstanbul’da yaşayan yabancılar var. Çoğunluk Yunanistan, İspanya, İtalya vatandaşı. Türkiye’de çeşitli işlerle uğraşıyorlar.Bu kanunla hedeflenen yabancıların iş alanlarını daraltıp bunları köşeye sıkıştırıp bunaltmak. Bunalıyorlar. Ne yapsınlar, bunlar da çekip gidiyorlar. Giderlerken evlerini,işliklerini yok pahasına satıyorlar. Kayıtlara göre sadece 1934 yılının ikinci yarısında İstanbul’dan Yunanistan’a göçen Yunan pasaportlu  Rum sayısı 9 bin…

Ve Varlık Vergisi durağından sonra 1955:

Üç koldan yürünüyor: Devlet, hükümet, basın…Üç koldan yürütülen  “Piar” çalışması şöyle başlıyor: Devlet, MAH (o dönemin Milli İstihbarat Teşkilatı) ajanı Selanik Hukuk Fakültesi öğrencisi Oktay Engin Türk Konsolosluğunun  bahçesinde “çata-pat” türünden bir ses bombası patlatıyor. Bu arada araya küçük bir not düşmek isterim, Başbakan Adnan Menderes, Oktay çocuğu, Allah var, evladı gibi sevmiştir. Selanik’te kısa bir süre hapis yatan Oktay çocuk Menderes’in girişimiyle İstanbul’a getirilmiştir. İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptıran da Menderes olmuştur. Sonra MAH’ta ona iş bulan da Menderes olmuştur. Böylece okurken ekmeğini de kazanan Oktay çocuk kaymakamlık, hatta sonrasında  valilik yapmıştır. Kısa not bu kadar. Devam edebilirim, İstanbul Ekspres gazetesi var. İçimden günümüzün Yeni Akit gazetesine benzetmek geldi. Benzetebiliriz. Gayet kışkırtıcı gayet yalancı,sevimsiz bir gazete. “Atatürk’ün evine bomba atıldı” manşetiyle 6 Eylül günü çıkıyor. Ardından diğer gazeteler ikinci baskılarıyla “bombalama” hadisesini işliyorlar. Kıbrıs sorunu nedeniyle öfkeleri burunlarında olan öğrenci takımı “Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti”nin öncülüğünde “nümayiş”lere başlıyor…Sonrası sürek avı… 

Halktan bir güruh, yazılanlara göre yargılanan sayısı beş bin küsur olduğu düşünülürse söz konusu güruh epeyce ürkütücü olmalı, önceden belirlenmiş evleri, mağazaları atölyeleri,fabrikaları yağmalamaya girişiyor. Balta, kürek, kazma, kaynak makinesi… Malını mülkünü korumaya yeltenen safçıklar da bir güzel pataklanıyor. Az da olsa öldürülenler ve ırzına geçilenler de eksik değil. 

Birçok şeyin yanı sıra aynı zamanda  “Sözlü tarih” çalışmasının nefis bir örneğidir tarihçi Dilek Güven’in “6-7 Eylül Olayları” adını taşıyan kitabı. Kitapta Mihalis Vassiliadis’in ağzından yazılmış kısa bir bölüm var.Bana  geçtiğimiz hafta HDP binalarına saldırılıp, yıkılıp yakılırken, bir yerde parti tabelasının sökümüne ve parti bayrağının  indirilip yerine  Türk bayrağının  asılmasına  fiili olarak yardım eden polisi çağrıştırdı her nedense. Aktarıyorum:

“Beyoğlu’nda evimizin köşesinde bir fırın vardı.Sahibi aslında Arnavut’tu ama Rumca konuştuğu için ve Ortodoks olduğu için herkes onu Rum zannederdi. Bizim karşımızda ise bir karakol vardı. Bu adam pasta veya çöreklerini hiçbir zaman ertesi güne bırakmazdı. Her akşam fırını kapattıktan sonra arta kalanları karakoldaki polislere verirdi. O gün, iki kişi fırının camlarını aşağı indirince hemen komisere gitti. Komiser ona şöyle cevap verir:’ Hiçbir şey yapamam, ben bugün polis değil Türküm!’

İşte bu devlettir!

Sermaye bir kez daha el değiştirip Rum, Ermeni, Yahudi bir kez daha göçertildikten sonra hasar tespit komisyonu kurulması adettendir. Kuruluyor. Kayıtlara göre aralarında ağırlıklı olarak ev, atölye, mağaza, dükkan olmak üzere 5622 adet mülk talan edilip yağmalanıyor. Talandan nasibini alan İki de mezarlık var ve mezarlıklarda ne aranmış olabilir,bu bir sorudur ve  buna yanıt bulmak olanaksız görülüyor.  

Ee suçlu aramayacak mıyız? Arayacağız. 

Beş yıl sonra 27 Mayıs Devrimi, eski defterler karıştırılıyor, yapılan yargılamalarda sözün ucu “55 olayları” na geldiğinde  Cumhur Başkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve İçişleri Bakanı Namık Gedik’i baş suçlu ilan edecek olan o dönemin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’nün Meclis konuşması var. Suçluyu bulduğu anlaşılıyor. Şöyle:

“…Kıbrıs meselesi nedeniyle tahrik edilmiş olan gençler ve vatanseverler, olayların çıkışından sorumludur. Özellikle gençlik çok hırçın tepki vermiştir. Diğer taraftan basın provoke etmiştir. Selanik’te patlayan bombanın da haberi gelince, nihayet bir fırsat doğmuştur. Komünistler hareketin arasına karışıp gençlerin vatansever gösterisini kullanarak, yıkıp yağmalamışlardır...” 

“Tescilliler” deniliyor. Bunlar fişlenmiş, kayıt altına alınmış komünistler. Bazılarının isimlerinin üzeri yıldızlı. “Yıldız” en azılılara işaret ediyor. Bu tür olaylar olduğunda ya da “Bir Mayıs” gibi önemli günlerin öncesinde bunları topluyorlar. Aziz Nesin malum; beraberinde Kemal Tahir, Nihat Sargın, Aslan Kaynardağ, İlhan Berktay gibi “yıldızlı”lar olduğu halde elliye yakın komünist baş suçlu ilan edilerek tutuklanıyor. 

Bitiriyorum. 

Mareşal Fevzi Çakmak Ankara’da 1921’de Meclis kürsüsünden; “kaput bezi bulduk ama askerlerimize kaput dikecek terzileri nereden bulacağız, bütün Ermenileri göçerttik” diye yakınıyordu. Bunun samimi bir itiraf olduğunu düşünmüşümdür. Bu yazıyı hazırlarken akepe milletvekili Lütfiye Selva Çam’ın gazetelere düşen bir tweet’ini  okudum, Ankara Beypazarı’nda linç edilmek istenilen Kürt kardeşlerimiz için yazmış: “Ankara’daki bazı mevsimlik işçileri incitmişler, kaçırmışlar. O zavallılar, işçilik maliyetini düşürdüğü için KOBİ’lerin velinimeti, ayıp, günah.” 

Ne diyeyim; “arsızlıkta, yüzsüzlükte samimiyet” denilen şey de  böyle bir şey olmalı!

Not: Bu yazıda iki kaynak kullandım.Her ikisi de Tarih Vakfı’nca yayınlandı; Dilek Güven,6/7 Eylül Olayları ,(2002,ikinci baskı); 6/7 Olayları Fotoğraflar-Belgeler Fahri Çoker Arşivi,(2005,birinci baskı.)