25 Kasım 1925 Şapka Kanunu: Fes-kalapak savaşı

25 Kasım 1925’te Şapka Kanunu ile ilgili Meclis görüşmeleri başlamadan günler önce, 23 Ağustos’ta Kastamonu’ya gitmek üzere Ankara’dan yola çıkan Mustafa Kemal Paşa’yı mola verdiği Çankırı’da halk büyük bir sevgi gösterisiyle  karşılar. Onu karşılayanların tamamına yakınının “Başıbozuk” vaziyette olduğunu da yazılanlardan biliyoruz. Buradaki “başıbozukluğun”, “kafalarının bozukluğu” değil; serpuş çeşitliliği manasında kullanıldığını; yani keçe külah, fes, takke, mendil, sarık kalabalığına işaret edildiğini de ben özenle ilave etmiş olayım.  

Mustafa Kemal Paşa başı açık, elinde bir Panama şapkasıyla indi arabadan. Halkı selamladı hasbıhal etti. Şapkaya dair, tövbe, bir tek söz etmedi. Geceyi burada geçirdi. Dinlendi. İkinci gün Kastamonu’ya doğru yola çıktı. Kendisini uğurlamağa gelen halkla vedalaştı, elinde geniş kenarlı Panama şapkası… Yine çok kalabalıktı. Bu kez halkın başı açıktı!

27 Ağustos’ta İnebolu’dadır. Ünlü nutkunda şapkaya dair olanın özeti şöyledir:

“Medeni ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli, milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu ikna edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve bittabi bunların mütemmimi olmak üzere başta siper-i şemsli serpuş, bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir…”

“Onu ikna edeceğiz…”

Duyulur ve olunur.

Ayaktan başa, her uzvun nasıl örtüneceği, hangi aksesuarın takılacağı tek tek sayılıp tariflenen kılık-kıyafet tarzında, “baş”a düşen pay şapkadır ve takmayanların başlarına  gelenler ama doğru, ama yalan epeyce sevimsizdir! Öyle ki şapkayı takacak başı yerinde bulamayanların olduğu bile söylene gelmiştir. Buraya geleceğim ancak önce Ankara…

Mustafa Kemal Paşa, daha Ankara’ya girmeden önce şehrin dışında  kendisini karşılamağa gelen zevatın ikna olduğunu, şapka sınavından henüz yasa çıkmadan başarıyla geçtiğini görecek ve pek memnun kalacaktır. Karşılayıcılar arasında bulunan gazeteci Yunus Nadir’in elindeki fötr şapkayı pek beğendiğini söyleyince de şehre fötr şapkayla girecektir. Yunus Nadir’in elinde Panama şapkası!

Şimdi izin almadan açtığım paranteze yazacaklarım itirafımdır. Evet,itiraf etmeliyim ki Sarı Paşa ikna kabiliyeti pek yüksek biridir. İnebolu’dan seslendiğinde bunu duyan İstiklâl Mahkemesi üyesi, bir dönem başkanlık da yaptı, Kılıç Ali’nin yeldir yeldir fötr şapka aramasına ne demeli? Kılıç Ali’yi bu parantezin içine almamın nedeni şu: Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam’da Kılıç Ali’nin çok kısa bir süre önce mahkeme kapısında haber kovalayan bir gazeteciyi, artık nerden bulmuşsa, şapkalı görünce tekme tokat merdivenlerden, “Baban da mı şapka giyer? Anandan mı şapkalı doğdun?” diyerek yuvarladığını yazar. Kılıç’ın şapka karşıtlığının dönüşümündeki hıza bakar mısınız? Yani, şimdi bu Kılıç paranteze girmeyi hak etmedi mi? Peki, Mustafa Kemal Paşa’nın ikna gücüne ne demeli?

Meclis görüşmeleri sadece  bir gün sürer. Tartışmalar;  sokakta, en azından bazı şehirlerin sokaklarında patlayacak başkaldırıları bastırmak için gösterilen asabiyetle mukayese edilemeyecek kadar sönük ve sakin geçer. Elbet, sokağa göre sönük. Ateşin harlandığı anlar yok değil.

Mustafa Necati Bey’in ismi unutalı çok oldu ama bütün kaynaklar onun pek değerli, pek ateşli bir kuvvacı olduğu hususunda hemfikirdir. İzmir’den milletvekili olarak meclise gelmiş; Adalet Bakanı, Milli Eğitim Bakanı olarak hükümette yer almıştır. Çok genç bir yaşta ölmüştür (1929). “Şapka İktisası Hakkında Kanun” teklifi mecliste okunduktan sonra, 25Kasım, Sakallı Nurettin Paşa karşı önergesini sunar. Şapkaya itiraz eder. Öyle bir an gelir ki tartışma; gücün kaynağı “millet” mi, “ Allah” mı noktasına taşınır. Mustafa Necati Bey’in söz alıp ateşi harladığı andır bu:

“…Mesele yalnız bir kanun şekli, tenkidi ve bir noktasının doğrudan doğruya hakikata mutabık olup olmadığı mahiyetinde değildir. Bilakis Türk Milletine isyan, yani Türk Milletinin verdiği bir karara karşı isyan mahiyetinde verilmiş bir takrirdir. Bu itibarla baştan başa ve noktası noktasına tenkit edilmeye ve birer birer tetkik olunmaya değer ve baştan başa araştırmaya müsait bir vaziyet vardır…”

Uzun konuşmasını bitirirken söyledikleri meselenin “şapka”dan taştığını göstermektedir. Artık tartışılan şapka değildir. Fes taşıyan başlar ile, kalpak taşıyan başların tartışmasıdır.

Bitirirken şunları söyler:

“…Dünyada en büyük kanun milletin vicdani umumisine mutabık olan kanundur. O kanun karşısında herkes boyun eğmeye mecburdur. Boyun eğmeyenler için yapılacak vazife, millete itaat etmeyenlere karşı yapılacak vazifedir. Hükümeti bu vazifeyi yapmaya davet ederim. (Türk Parlamento Tarihi,TBMM-II.Dönem,1923-1927, 2.Cilt,s.75 vd.)

Sonra Rize, Giresun, Maraş, Kayseri, Erzurum… Şapka Kanunu’na karşı isyanlar… Sonra, şapkayı takacak başı yerinde bulamayanlar!

1922, saltanatın aldırılması; 1924, halifeliğin ilgası, öğretim birliğinin sağlanması, Şer’iye Bakanlığının kaldırılması; 1925, Tekke ve zaviyelerin kaldırılması, tarikatların yasaklanması ve yine 1925 Şapka Kanunu… İki gün sonra yetkisiz sarık ruhani kılık taşıyanlar için ceza kanunu… Tümü birlikte okunduğunda kavga anlaşılır: Sarıklıların Kalpaklılara karşı direnişi…

Ergün Aybars, İstiklâl Mahkemeleri adlı kitabını mahkeme tutanaklarını esas alarak yazdı. Şapka Kanunu’na muhalefetten İdam edilenlerin sayısının 18 olduğunu belirtir. Yeni belgeler ortaya çıkıncaya kadar inanmamız gereken sayı budur. İskilipli Atıf dahil. İskilipli, “Frenk Mukallitliği ve Şapka” risalesini kanunun kabulünden çok önce yazdığı halde şehit edilmiştir“ diyerek yazılar döşenirler ya her 25 Kasım’da, aslı yoktur. İskilipli, söz konusu risaleden ötürü yargılandığı mahkemede; ”Risale, kanununun çıkmasından önce yayımlanmıştır” gerekçesi ilave edilerek beraat ettirilmiştir. Asılması; şapkadan değil, vatana ihanet ve isyana sebebiyet vermesindendir.

Şimdi mi?

Çok eskiden bir yazı yazmıştım. Bizim oranın dondurmacıları bir, Kadir Mısırlıoğlu iki, bunlardan başka fes takan kalmadı demiştim … Birincisi folklorik ikincisi meczup! Şimdi ilave ediyorum: Artık devlet fes, hükümet sarık!