24 Temmuz 1908

“En gencimiz Adnan çıkan gazetelerden bir deste kaptı. Babıali caddesine fırladı. Doğan özgürlüğün ilk çığlığını İstanbul onun ağzından duydu..”

Bunları dönemin cerbezeli gazetecisi Hüseyin Cahit Yalçın’dan okuyoruz. Adnan’nın, daha sonra Halide Edip’le evlenecek olan Adnan Adıvar olduğunu da anıları yayıma hazırlayan Rauf Mutluay’ın “açıklamalar” başlığı altında yaptığı “ek”ten öğreniyoruz. Birinci Meclis’te sağlık bakanlığı da yapacak olan Adnan Adıvar gazete paketini koltuğunun altına sıkıştırıp bağıra çağıra Babıali’den aşağıya kendisini saldığında 26 yaşında bir Tıp öğrencisidir.

Hüseyin Cahit Yalçın ilk sansürsüz gazetenin 12 Temmuz 1324 miladi, 25 Temmuz 1908 tarihini taşıdığını yazar.

Sokağa çıktığında aldığı gazetenin birinci sayfasının üst yanında küçük puntolarla dizilmiş “Kanun-i Esasi’nin (Anayasa) yeniden uygulanması konusunda padişah buyruğunu” görünce “şaşkınlıktan ağzı açık kalan” da Hüseyin Cahit Bey’dir. Bunu, bir gün önce, 24 Temmuz sabahı adeta “serap” sanısına kapılarak yaşadığını da ilave eder yazdıklarına.

Şaşkınlığı devam eder Cahit Bey’in :

“...Meşrutiyet en küçük bir kolluk olayından daha sessiz, daha gösterişsiz, daha doğal bir biçimde mi başlayacaktı...”

Peki ne yapmalı?

Camiye gitmeli. Öğleyi beklemeli namaz çıkışı cami avlusuna gitmeli. Cemaat kalabalık olur... İki de adam bulmalı birini şuraya, ötekini buraya dikmeli.. Öyle yapıyorlar... Biri bağırıyor gayet korkak ve titrek: Padişahım çok yaşa! Ötekinin sesi daha cılız ama olsun: Padişahım çok yaşa!

24 Temmuz 1908, Cuma... İstanbul meşrutiyeti böyle karşılıyor.

Hüseyin Cahit’e inanacak olursak ki aksini düşünmek için bir neden yok, durup dururken, padişahın çok yaşaması için bağırılmasının altında yatan “bit”i bulmak için oraya buraya seyirten gönüllü hafiyelerin gayreti boşa çıkmış. Yine Cahit Bey’e inanacak olursak, yineliyorum neden inanmayalım, “çok yaşacı” iki kişi işleri biter bitmez kalabalığa karışarak resmi polisleri de atlatmak becerisini göstermişler.

Coşku ve sevinci özgürce yaşayabilmek için “gücün” koruyuculuğuna ihtiyaç mı duyuluyor ne? Meşrutiyet gayet mütereddit geliyor. Korumasız...

Gücün, “Cemiyet”in demek istiyorum, yani İttihatçıların soluğu henüz İstanbul’a erişmemiş. Manastır’da namlusu İstanbul’a dönük topun üstündeki Vehip Bey’i, Makedon dağlarında zabitlikten gerillaya soyunmuş Enver’i, Resneli’yi, Eyüp Sabri’yi özetçe Cemiyetin gücünü gören ve İstanbul’a doğru gelen fırtınanın uğultusunu duyan sadece Yıldız’da oturmakta olan Abdülhamid oluyor. “Zor” yoldayken Abdülhamid Meşrutiyeti ilan ediyor. Meşrutiyet ikinci kez “zor”un ebeliğinde doğuyor.

***

Peki şimdi 24 Temmuz sadece 24 Temmuz mudur? Değilse hangi yılın Temmuzudur?

24 Temmuz günümüzde Basın Bayramı olarak kutlanıyor.

Kutlansın.

İçinde bulunduğumuz 2011, sansürün kaldırılışının 103’üncü yıl dönümü, Basın Bayramı...

***

Sansürün kaldırılması pek çok açıdan önemlidir. O günün gazeteciler açısından özel olması da pek çok güzeldir. Kutlanması da pek çok yerindedir. Bildiğim kadarıyla gazeteciler okuma yazma bilen kişilerdir. Basit matematik hesapları yapabildikleri yolundaki kanaatimi de hep koruyagelmişimdir. İçinde bulunduğumuz 2011’den 103 çıkartırsak 1908 kalır. Bu hesabı yapabilen görebildiğim kadarıyla sadece Hürriyet’ten aydınlık yüzlü, kediseven çocuk olmuştur. Bir tek o değinmiştir İttihatçı devrime...

Elazığ valisinden, Sülüklügöl Mal Müdürüne kadar demeç vermeyen de kalmamış, herkes birbirinin 24 Temmuz'unu kutlamıştır.

Yahu ilaç için dahi olsa tebriklerde ve tebriklerin kabülünde Bakan, Vali, Kaymakam, Mal müdürü, Cemiyet Başkanı, bir Allahın kulu 1908 devrimini ve İttihatçıları anmamıştır. “Hayır”la anmaları zaten beklenmez de yahu bari “şer”le ansaydınız kediseven çocuğun yaptığı gibi.

***

Kimseden geri kalamam.

Ben de kutluyorum.

Kutlarken de 1908 devrimiyle Türkiye aydınlanmasının kapısını aralayanları selamlıyor, 1908’in neleri değiştirdiğini Elazığ valisinden Sülüklügöl Mal Müdürüne varıncaya kadar bütün kutlayıcı bürokratlara ve kutlamayı kabul eden gazeteci dernek ve cemiyet mensuplarına ve elbette ve her nedense her görüşümde benim de anlayamadığım bir nedenle “bıngıldakları” kapanmamış izlenimi veren İttihatçı düşmanı gazeteci/yazar takımına hatırlatmak istiyorum:

1908’le birlikte, öncelikle Padişah’ın yetkileri budandı. Osmanlı olarak tariflenen bütün halklara Rum, Ermeni, Türk, Kürt, Çerkes devlet kurumlarında çalışma ve askerlik yapma hakkı verildi. Eğitim reformu yapıldı. Okullar bütün yurttaşlara fark gözetmeksizin açıldı. Cemaat okulları kapatıldı. O güne kadar Üniversitelere giremeyen kız çocuklarına bu okullar kapılarını açtı. Dini ayrımcılıklara son verildi, medrese öğrencilerine de zorunlu askerlik getirildi. İşçilere sendikal haklar ve grev hakkı verildi. Kadınlar çalışma hayatına katıldı. Toprak reformu için adımlar atıldı. Elbette siyasi partiler kuruldu, dernekler açıldı, çok sayıda gazete, dergi, kitap... Sansür kaldırıldı!

***

24 Temmuz’u bütün eksik, gedik, güdük yanlarıyla selamlıyorum.

1908 unutturuldu. Şimdi sıra 192O’de..