1915 Ermeni Tehciri sadece 1915 değildir

Fırat ve Dicle iki büyük nehirdir. Fırat’ın “göz”ü Diyadin, Dicle’ninki Hazarbaba Dağı’dır. Derin vadilerden, ovalardan geçerken çok sayıda dere, nehir, çay karışır Fırat ve Dicle’ye. Büyüyüp köpürürler. Kimi zaman dinginleşirler ki aktığından bile kuşkulanır insan, de ki “karıncanın su içtiği…” Kimi zaman ise deli bir attır… Fırat 1260, Dicle 520 kilometre yol aldıktan sonra terk eder doğduğu toprakları. Suriye’den sonra Irak’a geçerler birleşirler. Şattülarap adını aldıktan sonra Basra Körfezi’ne dökülürler.

Askeri yazışmalar, konsolosluk raporları, tanık anlatıları var. Öyle üç, beş falan değil çok sayıda ve bunlar yayınlandı. Fırat ve Dicle Ermeni ölülerini taşıyor günlerce. Ölüler Şattülarap’ta birbirlerine sarılıp Basra Körfezi’ne akıyor.

Kafileler halinde yürüyorlar ölüme gittiklerini bilmeden. Sadece cephe gerisinden değil; Kütahya, Eskişehir, Bolu, Yozgat, Ankara… Yük vagonlarıyla balık istifi ölüme göçertiliyorlar. Çocuklar, yaşlılar ve kadınlar… 20 ile 45 yaş arası Ermeni erkekler asker olarak orduya alınmışlar önceden, Amele Taburları diyoruz, Enver Paşa’nın emriyle silahsızlandırılmışlar. İşleri lojistik; kazma kürek yol açıyorlar, patates soyup, mercimek ayıklıyorlar. Menzili meçhul yolculuğun başladığı haberini alanlar ailelerine ulaşmak için firar ediyorlar, silahsız pusatsız. Yolda belde kolaylıkla avlanıyorlar, katlediliyorlar… Çerkes, Kürt eşkıyalar yol kesip talan ediyorlar korumasız kafileleri. Güvenliği sağlamak için kafilelere eşlik eden jandarmaların işi daha da kolay oluyor. Kafileleri daha az zahmetle soyup savuşuyorlar. Direnenler öldürülüyor, kıran açlık ve salgın hastalıklar kırıyor çoluk çocuğu. Mayıs 1915’ten Mart 1916’ya kadar Mezopotamya kanıyor. Alçaklıktır!

Bu söz Mustafa Kemal Paşa’nındır. Bir ara çok tartışıldı: Dedi mi, demedi mi?

Dedi:

Tarihin hakikatleri günün birinde mutlaka ama mutlaka gözler önüne sermek gibi bir huyu olduğu hep söylenir. Meclisinin açılışından bir gün sonra,24 Nisan 1920, Mustafa Kemal Paşa kürsüdedir. Paşa, İstanbul’da İtilaf devletleri adına İngiliz siyasi temsilcisinin “Ermenilere karşı icra edilmekte bulunan katliamdan sarfinaz ediniz” yollu tebliğinden söz ediyor ve  konuşmasını şöyle sürdürüyor:

“… Memleketimiz cümlemizce malumdur. Hangi kıtasında Ermenilere karşı katliam yapılmıştır? Veya yapılmaktadır? Harbi umuminin bidayeti safhasından bahsetmek istemem ve zaten itilaf devletlerinin de bahsettikleri bittabi maziye ait fazahat değildir. Bugün memleketimizde bu gibi fecayiin icra edildiğini iddia ederek ,bundan sarfinaz etmenizi talep ediyorlardı…” (Türk Parlamento Tarihi,1.Cilt,TBMM Vakfı yayınları,s.68)

“ Mazi” olarak sözünü ettiği 1915’tir. "Fazahat”; alçaklık, rezillik, hayasızlık anlamına gelmektedir. Dünya savaşında Ermenilere “alçaklık”, "rezillik”, "hayasızlık” yapıldığını ancak bu türden davranışların yeni rejimde olmadığını, olmayacağını söylüyor. Bu, geçmişte olanın itirafı değilse nedir?

Tehcir sırasında ölenlerin sayısı, en mütevazı olanını yazıyorum: 300 bin. Bu sayıyı 2 milyona kadar çıkaranlar da var. Yazılanlara göre ölenlerin büyük  çoğunluğunu savunmasız insanlar oluşturuyor: kadınlar, çocuklar ve ihtiyarlar… Hepsi öldürülmüyor, kadınların genç olanları ve çocukların bazıları ganimet olarak alıkonuluyor. Savaş ganimeti. İslam’da yeri var. 

Buraya kadar tamam. Buraya kadar amenna ve saddakna.

Peki nasıl gelindi buraya?

Yani 1915 sadece 1915 midir? Öncesi yok mu?

Farkında mısınız artık 1915 dendiğinde emperyalizmi ağzımıza almaktan korkar olduk. Emperyalizm sanki kendi katillerimizi koruma gerekçesi olarak uydurduğumuz bir kavram: Minarenin kılıfı, şakacı tavşan… Yani esasında yok. 1915’te sadece İttihatçılar var. Talat, Enver, Cemal, Dr.Reşit, Bahattin Şakir var. Bunlar İttihatçılar'ın yedi göbekten cani ruhlu yöneticileri. Bir sabah kalkıyorlar… Gözlerini kan bürümüş… Şimdi ölülerimizin sayısını yarıştırıyoruz.

Yani şimdi Rusya, Çarlık diyorum, kendi Ermenilerine her türlü zulmü reva görürken Türkiye Ermenilerini “himaye” altına alacağım diye tutturmasına ne demeli?  Doğan Avcıoğlu’nun, büyük devrimcinin unutulmaya yüz tutmuş kitabıdır Milli Kurtuluş Tarihi. 1915’e dair yazarken bir not düşüyor:

“Türkiye’de Ermeni kilisesi çok geniş yetkilere sahip iken ve okullarına,mallarına karışılmaz iken, Çar, Rusya’da 320 Ermeni okulunu kapatır. Kilisenin bütün emlakini Rus Hükümeti’nin yönetimine alır (…) 1909 yılında 4 bin Ermeni hapiste,3 bini sürgündedir. Çarlık, Ermeni papazlarını ve ihtilalci kömitelerini baş düşman sayar…” ( Tekin Yayınevi, cilt:3,s.1081)

Küçük bir not da benim ilavem olsun: 1909 yılında Osmanlı Mebusan Meclisi’nde 12 Ermeni milletvekili vardır. Bu önemli görülmeyebilir ama İttihat Terakki’nin ünlülerinden Bahattin şakir’in ve Ömer Naci’nin 1914 Temmuz’unda Erzurum’da Ermeni Taşnak Partisi’nin yapmış olduğu kongreye gözlemci olarak katılmaları ve kimi taleplerde bulunmaları önemli görülmeli. İttihatçılar'ın talebi açıktır: Ruslarla er ya da geç girişilecek savaşta bizim yanımızda yer alın… Sonuç mu? Sarıkamış Felaketi, Ocak 1915; sonrasında Rus Ordularının Erzurum, Şubat 1915; Van, Nisan 1915; Bitlis Nisan 1915; işgalleriyle başlayan Ermeni isyanları…Tarihleri bastıra bastıra  yazmaktaki muradım 1915’in sadece, 27 Mayıs 1915’de başlatılan ”fazahat”tan ibaret olmadığının altını çizmek içindir. Doğu’da başlayan isyanlarda Rusların Ermenilere verdiği sahte özerklik umudunun payı gözden uzak tutulmalıdır. “Sahte”ydi. Rusya, Türkiye’nin doğusunda  kendi topraklarındaki Ermenileri de iştahlandırıp heveslendirecek bağımsız ya da özerk bir Ermeni oluşumu hiç istemediğini, Almanya ile yapılan muhaberatlara dayanarak yazar Doğan Avcıoğlu:

“…İngiltere İran ve Orta Asya ticaretinde Ermenilere dayanmıştır. Aynı zamanda Rusya ile sert bir rekabet içinde olduğundan, Doğu’da Hıristiyan unsurları Rusya’ya karşı kazanmak ve güçlendirmemek kararındadır.,.”Rusya, özerk Ermenistan’ın İngiltere hizmetinde ve kendisine karşı bir tehdit teşkil edeceği kanısındadır. Nitekim Rus Dışişleri Bakanı Lobanof, Ermeni işinin en kızıştığı bir sırada Almanya’ya ‘özgür bir Ermenistan bizce kabul edilemez’ der…”(s.1081)

Bu, Avcıoğlu’nun daha önce yazdığı şu küçük paragrafla birlikte okunmalı:

“…İngiltere İran ve Orta Asya ticaretinde Ermenilere dayanmıştır. Aynı zamanda Rusya ile sert bir rekabet içinde olduğundan, Doğu’da Hıristiyan unsurları Rusya’ya karşı kazanmak ve güçlendirmek kararındadır. Bu nedenle Tanzimat’ın Doğu illerine götürülmesini, Ermeni ve Nasturilerin korunmasını ister…” (s.1066)

Şimdi alın bakalım döndük mü geriye, 1915’den 1878’e. Bu, 1877/78 Osmanlı- Rus Harbi, eskilerin “93 Harbi” dedikleri savaşın sonunda imzalanan Berlin Antlaşması demektir. Ermenilerin tarihte ilk kez emperyalizmin ilgi alanına girmesi bu antlaşma ile olur. Kapan kapana. Bu antlaşma ile İngiltere, Ermenileri ve Nasturileri;  Rusya, Ermenileri “himaye”si  altına aldığını ilan eder. Berlin Antlaşması’nda taraflardan biri de Fransa’dır. O da bakınır etrafa “himaye” edilecek birileri kaldı mı diye. Geldanileri görür. O da onları “himaye”sine” alır. Berlin Antlaşması sonrasında emperyalizm Bab-ı Ali’den “sahaya” iner. Artık azınlıklar müdahale aracı olarak kullanılacaktır.

Peki Almanya Ermeni tehcirinin neresinde?

Tehcir fikrini Enver Paşa’nın aklına sokanın daha Sarıkamış harekâtından önce,1914 sonu, Alman Genelkurmayı olduğu biliniyor. Ermenilerin Mezopotamya’ya taşınıp yerlerine Türk göçmenlerinin yerleştirilmelerinin yerinde olacağı fikri de Alman emperyalizminin teorisyeni olarak bilinen Rohrbach olduğunu Doğan Avcıoğlu’ndan okuyoruz. (s.1082)

Avcıoğlu gayet öğretici ama daha da öğretcisini  Ermeni kardeşlerimizin çıkarmakta olduğu haftalık Agos gazetesinin internetteki sitesinde yayımlanan bir söyleşiden  öğrenebiliyoruz. Çok taze, çok yeni, 28 Şubat 2015 tarihini taşıyan bir söyleşi. Söyleşi “Ermenilerin Yok Edilmesinde Almanya’nın Rolü” adını taşıyan kitabın yazarı olan Jürgen Gottschlich ile, bu kadar çok sessiz harf taşıyan bir soyadı zor bulunur herhalde, yapılmış. Kendisine sorulan bir soruyu yanıtlarken şunları söylüyor: 

“Almanlar, Ermenilerin katledileceğini biliyorlardı. Ancak doğrudan bir şey yapmadılar. Yani Almanlar öldürmediler… Hatta Enver Paşa’ya yakın Alman yetkililerinin bazıları, tehcirin planlanmasında aktif olarak rol aldılar. 1915 Temmuz’unda Alman Büyükelçisi Hans On Wangenheim, Şansölye Bethmann Hollweg’e ‘Osmanlı’da bulunan Ermenileri yok etmek istiyorlar. Biz ne yapacağız’ diye bir telgraf gönderdi. Alman yetkililerden gelen cevap ise, ‘Bunu biliyoruz, fakat bir şey yapmayacağız’ oldu.”

Tamam, amenna ve saddakna 1915 göçertmesi bir alçaklıktır. Meraktır,soruyorum:

İstanbul, Tarsus, İzmir buralar önemli merkezler, anladık ama; Berlin Antlaşması’nı takip eden yıllarda Harput’ta (1878), Maraş’ta (1882), Merzifon’da (1886) açılan Amerikan mekteplerinin amacı sadece Ermeni çocuklarına eğitim vermek olabilir mi?

İsmet Paşa’nın bir sözü var: “Hadi canım sen de!”

Temsil, Merzifon ‘Küçük Ermenistan İhtilal Komitesi’nin’ merkezi olarak biliniyordu ve  ayaklanmaların kışkırtısı Merzifon Amerikan Kız Kolejinde başöğretmenlik yapan Karabet Tomasyan idi.

Uzattım. Farkındayım. Demek istediğim şudur:

Evet, 1915 ölüme sürgündür. Sayıları yüz binlerle ifade edilen kadınların, çocukların, ihtiyarların ölüme tehciridir. Elbette ki alçaklıktır. Amenna ve saddakna. Ama sadece bu değildir. Emperyalizmin faciayla sonuçlanan bu işteki rolünün  altı ısrarla çizilmelidir. Tam da bu nedenle 1915 sadece 1915 değildir.