Yeni Bir Balonlaşmaya Doğru

“Şeamet çığırtkanı” Roubini, “yeni bir finansal krizin tohumları atılıyor” kehanetinde bulundu ve gazetelerimizin ekonomi sayfalarında manşete geçti. Adam konuşunca, yalnız Türkiye’de değil Batı basınında da haber oluyor. Öyle ki, doksan yaşını birkaç yıl geride bırakmış olan Nobel ödüllü Amerikalı iktisatçı Paul Samuelson da Roubini’nin kehanetini “kısmen haklı ama durum o kadar kötü değil” diye özetleyebileceğimiz bir yazıyla Washington Post’ta yorumlamış. Yorumlarken de, Roubini’yi “bir zamanların meçhul iktisatçısı, [yine] şamata koparıyor” diye küçümsemeye çalışmış.

Roubini’nin sansasyonel yorumlara, rollere yatkın olması, sanırım biraz da Orta Doğu kökenli (hatta İstanbul doğumlu) olmasıyla ilgilidir. Bu insanî özelliği küçmsemek yerine, “söylediklerinde gerçeklik payı var mı?” sorusunu sormamız daha uygundur. Üstat Ekim sonunda Financial Times’ta yayımlanan bir yazısında, “taşıma suyla spekülasyonun şahı kapımızda” mesajını verdi. “Taşıma suyla spekülasyon” terimini İngilizce “carry trade”im karşılığı olarak kullanıyorum. Kastedileni de doğrudan doğruya Roubini’nin (yazısından derlenen) ifadelerle açıklayayım:

“Yatırımcılar yüzde sıfıra yakın faiz oranlarıyla, dolarla ve kısa vadeli borçlanarak yüksek getirili küresel araçları satın alıyorlar. Doların ucuzlaması, aslında, spekülatörlerin yıllık yüzde 10-20’lik eksi faiz oranlarıyla borçlanmaları anlamına gelir. ABD Merkez Bankası’nın (FED’in) sıfır faiz ve aşırı parasal genişleme politikaları, dünyayı taşıma suyla spekülasyon için güvenceli hale getiriyor. Bu oyunu oynayan her yatırımcı, aslında negatif (eksi) borçlanma maliyetinin pompaladığı devâsâ bir balonun üzerinde oturmaktadır. Doların düşmesinin bir sınırı vardır aniden değerlenme başladığında ve FED’in parasal daralmaya (faiz artışına) geçeceği beklentisi başladığında, borçlu spekülatörler hızla çıkışa yönelecekler yatırım yaptıkları tüm varlıklarda (hisse senetlerinde, ham maddelerde, yükselen piyasalardaki araçlarda) fiyat çöküntüleri başlayacak balon patlayacaktır.”

Roubini, bu duruma şimdi dikkat çekiyor ama sürecin Martta başladığını vurguluyor. Başkaları daha önce konuya değinmişlerdi. Mayıs sonunda bu köşede (Batılı bir yazardan aktararak) Deutsche Bank’ın müşterilerine ruble’ye, forint’e (Macaristan’a) ve TL’ye kısa vadeli yatırım yapmalarını tavsiye ettiğini yazmıştım. Bugünlerde ise, “taşıma suyla spekülasyon”un daha çok Doğu Asya ve Brezilya’ya yöneldikleri belirtiliyor.

Bu yeni çılgınlığın ardında, finans kapitalin parazit niteliği ve metropol merkez bankalarının öncelikle bu özelliği yaşatmak işlevini üstlenmiş oldukları bir kez daha ortaya çıkıyor: Düşük faiz ve parasal genişleme, buralarda sabit sermayeye dönük yatırımlar aracılığıyla reel ekonomiyi (üretimi) desteklemiyor. Tam aksine, genişleyen ve ucuzlayan likidite, doğrudan doğruya borçlanmaya dayalı (“taşıma suyla”) ve finansal kâğıtlara yönelik spekülasyona yol açıyor. Bir bölümü de çevre ekonomilerine gidiyor reel ekonomiye yansımayan şişkinliklere yol açıyor “ani çıkış”ların yaratacağı bunalımların tohumlarını taşıyor.

Bu bozulmaların bir ön-göstergesi, çevre ekonomilerinde yerli paranın hızla değerlenmesi (dövizin ucuzlaması) oluyor. Reuters’in verileriyle yirmi büyük çevre ekonomisini karşılaştıralım. Şubat sonu-Ekim sonu arasında doların piyasa fiyatı en çok Brezilya’da (yüzde 26 oranında) ucuzlamış. Onu yüzde 20’nin üzerindeki “ucuzlama oranları” ile Güney Afrika, Kolombiya ve Doğu Avrupalı dört ülke izliyor. Bu ülkelerin tümü Eylül-Şubat arasında (sermaye çıkışları nedeniyle) dolar fiyatları yüzde 30’un üstünde yükselen ülkelerdi. “Sıcak para” hareketlerini esasen kısıtlayan Çin, Hindistan ve Malezya’da ise, yukarı-aşağı döviz hareketlerinin çok daha sınırlı bir makas içinde seyrettiğini gözlüyoruz. Bu dalgalanmaların ve özellikle yerli paranın hızla değerlenmesinin sakıncalarını önlemek isteyen Brezilya’nın 20 Ekim’de hisse senedi ve tahvil piyasalarına giren yabancı sermayeyi yüzde 2 oranında vergilemeye başladığını öğrenmiştik..

Türkiye’ye gelince, Şubat sonuna kadar hızla (yüzde 43 oranında) pahalılaşan dolar, Mart—Ekim aylarında (yüzde 12 oranında) ucuzlamıştır. Yirmi ülkelik grupta ucuzlama oranı bakımından Türkiye 11. sırada yer alıyor. Gerçekten de krizin ilk beş ayında (Ekim 2008-Şubat 2009 arasında) 10 milyar dolarında çıkış gösteren yabancı sıcak para, (“taşıma suyla spekülasyon”un da katkısıyla) Mart-Eylül aylarında 4.4 milyar dolarlık net giriş göstermiştir. Ancak, TL’nin değerlenmesine yol açan sürecin Brezilya ve diğerlerinde gözlenen hızda gerçekleşemediği anlaşılıyor.

İlk bakışta lehimizde görünen bu farklılaşma Türkiye ekonomisini yönetme iddiasında olanların marifetinden değil, yabancı spekülatörlerin Türkiye’yi diğerleri kadar güvenilir görmemelerinden kaynaklanıyor. Türkiye’de egemen çevreler “geçmişin tekrarı” dışında bir perspektiften yoksundurlar. Bu nedenle, Roubini’nin kötümser kehaneti gerçekleşirse Türkiye’nin hangi şiddetle etkileneceği bizimkilerin kontrolü dışındadır.