Unutulan Bir Ülke: DDR

23 yıl önce resmi adıyla Deutsche Demokratische Republik (DDR), yani Demokratik Alman Cumhuriyeti, nam-ı diğer “Doğu Almanya”, ülkesiyle, devletiyle, toplumuyla tarihe karıştı ve unutuldu.

Unutulmadığı bir yer var: Onu ilhak eden Federal Almanya… Ancak orada, kısaca özetlersek, “Stasi, duvardan kaçarken vurulanlar, baskı-sansür uygulamaları ile Almanya’yı lekelemiş olan gayri tabii bir deformasyon” olarak hatırlatılıyor.

Eski Doğu Almanya’dan bir yazar, Daniela Dahn ise Yılmaz Onay tarafından Batı Diye Diye başlığı altında Türkçeye çevrilen (Yordam 2007) kitabı ile farklı bir “hatırlatma” üstleniyor. Bir toplum olarak yok edilirken DDR’nin unutturulan farklı özelliklerini hatırlatıyor anti-faşist, solcu bir kadın olarak eskiden DDR’nin ve şimdi Almanya’nın bir yurttaşı olarak bugünkü “rahatsızlıkları”nı ayrıntıyla anlatıyor yakınıyor…

Daniela Dahn’ın anlattıkları beni ayrıca etkiledi. DDR’den bir iktisat profesörünün arkadaşım, meslektaşım Gerhard Wittich’in kaderini hatırlattığı için…

***

Gerhard Wittich ile 1984’te Harare’de, Zimbabwe Üniversitesi’nde tanıştım. O Doğu Berlin’deki üniversitesinden izinliydi. Ben Ankara Üniversitesi’nden uzaklaşmak zorunda kalmıştım. İki yıl boyunca İktisat bölümünde birlikte çalıştık. İleri İktisat Teorisi başlığı altındaki bir lisansüstü dersini (Rob Davies’in de katılımıyla) birlikte yürüttük. Gerhard, iyi bir Marksist, sıkı bir solcuydu. O da (Daniela Dahn gibi) DDR’yi benimseyerek eleştiren bir aydındı.

Ülkelerimize, (ben Danıştay yoluyla) üniversitelerimize döndük. Haberleşmeyi sürdürdük. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından altı ay önce (Haziran 1989’da), Gerhard beni “iktisat politikaları” konulu bir seminere davet etti. Almanya dışından gelenler üniversitenin öğrenci yurtlarında ağırlandık. DDR’nin bir yıllık bir ömrü kaldığını elbette bilmiyorduk ama, toplumun gerilimli günlerden geçtiği anlaşılıyordu. Çok sayıda nitelikli insan “sosyalist” Macaristan yoluyla Batı Almanya’ya geçmekteydi ekonomik ve politik sorunları ağırlaştırarak….

Buna rağmen Doğu Almanyalı meslektaşlarımız, Gerhard ve genç mihmandarlarımız, DDR’nin bu güçlükleri aşabileceğine güveniyorlardı.

***

Sonrası biliniyor. Kasım’da Berlin duvarı yıkıldı. DDR’yi tarihe karıştıran anlaşma ise iki Almanya ve SSCB-ABD-Britanya-Fransa tarafından bir yıl sonra imzalandı.

Bu resmi hikâyenin insani yansımalarından bir bölümünü, sonraki iki yıl boyunca Gerhard’tan izledim. Birleşme, bu aileyi hallaç pamuğu gibi attı. DDR ordusunda astsubay olan oğulları işini yitirdi. Maden mühendisi olan Brigitte işini (şimdilik) koruyabiliyordu ancak özelleştirme ve işsizlik gündemdeydi. Oturdukları lojmanın eski (sosyalizm-öncesi) mülk sahiplerine devredilme (dolayısıyla tahliye) olasılığı söz konusuydu. Gerhard’ın okulu kapatıldı. Hocaların çoğu ve Gerhard işsiz kaldılar. Türkiye üniversitelerinde iş aramaya kalkışanlar oldu. Son olarak Gerhard, “emeklilik hakkım yanıyordu şanslı çıktım kansere yakalandım ve malulen emeklilik bağlandı” diye yazıyordu. Yazışmalarımız bu noktada kesildi.

Daniela Dahn’ın kitabı, aynı çöküntünün ayrıntılarını anlatıyor. Yazar, öyküsüne hayıflanarak başlıyor: “DDR tam da en zevk verici olduğu sırada yıkıldı.” Kastettiği, bir yandan sosyalizmin toplumsal kazanımlarını koruyan bir yandan da “kaderini kendi eline almış, kararlar alan, öğrenci, işyeri komiteleri seçen, eski şefleri yerlerinden eden insanlardan” oluşan şahane bir sentezin filizlenmesidir. Bu sentez, kolektif mülkiyet ile emekçiler demokrasisini (sınıf iktidarını) birleştirdiği ve böylece sosyalizmin özgün anlayışına döndüğü için “şahane”dir. Dahn da sosyalizmi, “beni yozlaşmış seçenek değil, orijinali ilgilendiriyor” diyerek benimsiyor.

Dahn yakınıyor ve suçluyor: “O özgürlük ülkesi ancak altı ay yaşayabildi. Sonra mülksüz Doğu Almanlar için, mülk sahiplerinin ülkesi başladı.” Bu insanlar üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin olmadığı bir toplumda yaşadıkları için daha da önemlisi bireysel emekleri “meta” olmadığı için “mülksüz” idi. Emek güçleri metalaşınca, “milyonlar, eski mülk sahiplerinin uğursuz boyunduruğu altına girdi. Endüstride çalışan dört kişiden üçü işletmesinden atıldı on çiftçiden üçü işlediği topraktan kovuldu.”

“Meta olmayan” emeğin birikmiş hakları da saldırıya uğradı: “Tarımda çalışanların, dört milyon sigortalının, iki milyondan fazla emeklinin hakları büyük kayıplara uğrayacak veya kaybolacaktı.” Kırk yıl öncesinin mülk sahipleri de rövanş aldılar: “Halk mülkiyetinin yüzde 95’i, sayısız gayrimenkul, otel ve şato Batılı ellere tazminatsız geçti. Milyonlarca insan evlerinde daha ne kadar kalabileceklerini bilememenin getirdiği bir ölüm-kalım güvensizliği içine sürüklendi.”

***

Arkadaşım Gerhard’ın kaderi ve Daniela Dahn’ın yitirdiği “o özgürlük ülkesi”… Hem çeşitli güzellikler hem de vahim çarpıklıklar içeren bir toplum, bu hazin öyküler içinde tarihe karışmıştı.