Türkiye’nin faşizmleri: I

Bugünkü ortam “faşizme gidiş” özellikleri taşıyor. Daha önce de iki kere benzer, karanlık dönemlerden geçtik: İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllar ve on yıl sonrasının Demokrat Parti (DP) iktidarı…

Bu dönemler, 12 Mart ve 12 Eylül darbe (isterseniz “askerî faşizm”) yıllarından farklıdır bu yüzden bugünle benzerlikler taşımaktadır.

Geçmişe bakıp bugüne ışık tutmayı deneyelim. Önce 1945 sonrasına göz atalım.

* * *

İkinci Dünya Savaşı’nın ortalarında Türkiye’de iktidar ve siyaset çevreleri iki karşıt akıma ayrışmıştır.

Birincisi Kemalizm’in yenilikçi, dönüştürücü kanadıdır. Öncellikle aydınlanmacıdır ve özellikle bu nedenle demokrattır. Bilimi “en hakiki mürşit” kabul eder buradan hareketle Avrupa aydınlanmasının (o yıllarda “hümanizm” diye adlandırılan) bilim, düşünce ve sanat akımları ile bütünleşmeye çalışır. Nazi Almanyası’ndan kaçan bilim insanlarını on yıl önce Türkiye üniversitelerine bu beklentiyle davet etmiştir. Köy Enstitüleri, Tercüme Bürosu, 1946’da öğretim üyelerine akademik güvence, üniversitelere özerklik getiren Üniversiteler Kanunu, en azından ilk tasarımıyla toprak reformu bu akımın katkıları arasındadır. CHP’nin aydınlanmacı kadroları, basında, edebiyatta, eğitimde ve üniversitelerde ilerici insanlarla genellikle barışık kalır onları gözetir.

İkincisi tutucu-milliyetçi akımdır. Buradaki tutuculuk, “Osmanlıcılık veya İslamcılık” değil Kemalizm’in dönüştürücü atılımlarını frenlemeyi hedefleyen bir savunma refleksidir. Bu yüzden pozitif bir programdan yoksundur. “Tehditleri belirleme, gayrı milli ideolojilerle, öncelikle komünizmle mücadele” misyonları öncelik taşır. Sınıf kavgasını kışkırtabilecek tüm politikalara (örneğin Köy Enstitüleri’ne, toprak reformuna) ve toplumsal eleştiri ima ettiği düşünülen sanat, bilim ürünlerine karşı çıkar. İkinci Dünya Savaşı içinde Alman taraftarlığı, Türkçü-Turancı özlemlerle kaynaşır.

Milli Eğitim Bakanı Hasan Âlî Yücel hümanist, “Türkçü Başvekil” Şükrü Saraçoğlu ise tutucu akımları temsil eder.

İlerici kamuoyu, savaş koşullarında Sovyet sempatizanı, demokrat, solcu, bir bölümü sosyalist aydınlardan oluşur. Tan gazetesi ve Sertel’ler, Yurt ve Dünya, Adımlar dergileri, “solcu öğretim üyeleri” örneklerdir. Sabahattin Ali “İçimizdeki Şeytan” romanıyla, TKP’den Reşat Fuat (takma imza ile) “En Yakın Tehlike” başlıklı broşürüyle Türkiye’deki Türkçü-milliyetçi ve Nazi sempatizanı çevreleri eleştirdiler etkili oldular. İleri Gençlik Birliği Süleymaniye minarelerine “Saraçoğlu faşisttir” pankartını asmaya kalkıştı.

* * *

1944’te hem sosyalist İleri Gençlik Birliği üyeleri hem de İsmet Paşa’nın 19 Mayıs’taki nutkunda sert biçimde eleştirilen Türkçü-Turancı akımların önde gelenleri Sansaryan Hanı’nda komşu hücrelerde gözaltında kalmaktaydılar. Bu sembolik kader birliği, savaş sonunda Türkiye’nin izleyeceği güzergâhın belirsizliğini de gösteriyordu.

Düşün, sanat, bilim, hatta siyaset dünyalarında çok sesliliğe (dolayısıyla sola) açılmak mı? Siyasetin rotasını (bu kez ABD yörüngesine kayarak) anti-komünizm çizgisine oturtmak mı? Başlangıçta “Milli “Şef” kararsız görünüyordu. Ancak, toplumun güç odakları demokratikleşmeye karşı çıktı ve CHP içinde tutucu-milliyetçi kanat hızla ağır bastı.

1945 sonunda CHP’li Hüseyin Cahit Yalçın’ın kışkırtıcı bir çağrısını, CHP İstanbul örgütü benimser kalabalık bir güruh, anti-komünist sloganlarla Sertel’leri hedef alır Tan matbaasına saldırır gazete kapanır. Benzer güruhlar, anti-komünizm kampanyalarının vurucu güçleri olarak sık sık sahneye çıkacaktır.

1946’da kurulan iki sosyalist parti ve sola dönük sendikalar aynı yıl içinde kapatılır tutuklamalar başlar hızlanır. Sol çevrelerle DP arasındaki dirsek teması, hükümetin ağır baskısı ile engellenir DP liderleri anti-komünizm kervanına katılırlar. Seçim sonrasında Milli Eğitim Bakanlığı’na Yücel yerine faşist Reşat Şemsettin Sirer getirilir. 1947’de İçişleri Bakanı Şükrü Sökmensüer, köy enstitülerine ve üniversitelere sızmış komünistleri hedef gösterir. Bir yıl sonra Sabahattin Ali öldürülür. Yasal bir düzenleme ile solcu öğretim üyeleri görevlerinden uzaklaştırılır.

* * *

İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen ilk beş yıl, böylece ilk “faşizme geçiş” deneyimi oldu. Çok partili rejime geçildi ama, üstyapının tüm alanlarında gerçek anlamda çokseslilik engellenerek özellikle de sol siyaset yasaklanarak…

Belki de en önemlisi, 1947’de CHP programı, savaş yıllarında palazlanan sermaye çevrelerinin özlemleri doğrultusunda değiştirildi “liberal” DP’ye yaklaştırıldı. Egemen sınıflar iki büyük partiyi paylaştılar.

Faşizm tam yerleşmediği için üç yıl sonra iktidar seçim yoluyla DP’ye devredildi. Birkaç yıl içinde DP, “faşizme geçiş” doğrultusunda yeni, daha ileri adımlar atacaktı.

Türkiye faşizminin bu ikinci dalgasını ayrıca incelemek gerekir.