Suçlu Terimler, Saptırıcı Söylemler

Kavramlar, sadece bilimsel çözümlemenin değil, düzgün, tutarlı düşünmenin de vazgeçilmez yapı taşlarıdır. Bir canlıya uzaktan baktığınızda "hayvan", yaklaşınca "köpek", daha da yakından "kurt köpeği" diyorsanız, günlük dile girmiş bir kavramlar kümesini doğru, tutarlı kullanıyorsunuz demektir. Buna karşılık, aynı canlıyı tüylerinin rengine bakarak "kahverengi" veya bedeninin tek bir öğesini algılayarak "kuyruk" diye adlandırırsanız, bu sözcükler başkalarıyla iletişiminizi güçleştirecektir. "Kuyruklu" derseniz, bir genelleme yapmış olursunuz ancak, bu, açıklayıcı bir kavram değil, yanıltıcı bir nitelemedir ve sadece kafa karıştırır.

İktisat bilimi, üç yüzyıla yaklaşan bir süre boyunca, bir dizi kavramı günlük dilden aktarıp yeniden tanımlayarak, başkalarını oluşturarak gelişmiştir ve bugün tüm iktisatçılar için ortak olan veya bazı okullara özgü kavram kümeleri üzerine kurulu hale gelmiştir. İktisat tartışmaları da, ancak bu kavramlarla sürdürülebilir.

Zaman zaman günlük dile ait sözcüklerin rastgele kullanıldığı veya uydurma terimler icat edilerek yapılan iktisat tartışmaları da vardır. Kahve/berber mekânlarının mâsumane sohbetlerinde değil de, medyada ve siyaset dünyasında karşılaştığımız bir "uydurma terimler, sahte söylemler anarşisi" masum sayılamaz. Burjuva ideolojisinin hegemonyasının bu türden bir anarşiye gereksinim duyması mümkündür.

***

Bu "sahte kavramlar", "suçlu terimler"den birkaç örnek verelim. Listenin başında, bence, "serbest piyasa ekonomisi" yer alacaktır. İngilizce "free market economy" ifadesi sadakatle çevrilseydi, "hür piyasa..." denilecekti. Piyasa kavramıyla açıklanan ilişkiler kümesini, "hür" veya "serbest" gibi özgürlükler dünyasına ait bir terimle birleştirme uğraşı, elbette masum değildir. Geleneksel iktisat kuramında serbest (hür) piyasa kavramı yoktur tam rekabet (veya onun türevi olan tam rekabetçi piyasa) kavramı vardır. Ve bu kavramla piyasanın "hürriyet" derecesi değil, belli yapısal özellikleri kastedilir.

Uydurma bir terim olmasına rağmen, serbest piyasa ekonomisi, burjuva ideologlarınca, israrla kullanılagelmiştir. Örneğin, finansal piyasalardaki anarşinin yol açtığı krizin hemen ertesindeki (15 Kasım 2008'deki) G20'ler toplantısının sonuç bildirisi, pervasızca "serbest piyasa ilkelerine bağlılığı" vurgulayacaktı. İdeoloji dünyasında yenilgi açıkça kabul edilemez.

***

"Suçlu terimler"e başka örnekler de verebiliriz. Son otuz yıl boyunca, sermayenin ekonomi ve toplum üzerinde tahakkümünü pekiştirecek tüm politika değişiklikleri reform başlığı altında pazarlandı. Sözcük anlamı "yeniden biçimlendirme" olmasına rağmen, reform, hep Osmanlıca "islahat" anlamında, yani "düzeltme doğrultusunda bir değişme" kastedilerek kullanılıyor. Ve böylece çoğu zaman sıradan insanların ensesinde boza pişiren değişikliklere olumlu bir algılamayla bakılması sağlanmış oluyor.

Neo-liberal "yapısal uyum programları"nın ana öğeleri, ne hikmetse "piyasa dostu reformlar" diye adlandırıldılar. "Piyasa dostu" yerine, kamusallığa düşman dönüşümler denseydi, programların içerikleri daha doğru yansıtılmış olacaktı. Ancak, pazarlama teknikleri, elbette gerçeği yansıtma çabasının önüne geçecekti.

***

Toplumsal olguları doğru kavramamızı sadece "suçlu terimler" değil özellikle bunalım ortamında yaygınlaşan "saptırıcı söylemler" de güçleştirmektedir. Yıllardan beri yazılı, sesli ve görsel medyada ekonomi, borsa-faiz-döviz üçgeninden ibaret sayıldığı için, üretim ve istihdamın dört nala çökmekte olduğu bir dönemde, Başbakan "bir tek banka bile batmadı" diyerek Türkiye'de krizin varlığını sorgulayabiliyor.

"Bu Türkiye'nin krizi değildir dışarıda patlak verdi..." Son on yıl boyunca IMF gözetiminde ve son olarak AKP tarafından izlenen neo-liberal politikalar, dış dünyada patlak verecek bir kargaşanın ülke ekonomisini en ağır biçimde etkilemesi sonucunu doğurmadı mı? Yukarıdaki saptırıcı söylem, bu gafletin sorumlularını gizlemek aklamak amacını gütmüyor mu?

Bunalımın Türkiye toplumu üzerindeki yarattığı sarsıntıyı sınıfsal yansımalara ayrıştırarak incelememiz gerekli değil midir? Bakan Şimşek öyle düşünmüyor bankalar, şirketler, hanehalkları arasındaki ayrışmayı yeğliyor. Dahası, "halkın elinde 67 milyar dolarlık döviz hesabı ve bol altın var döviz ve altın fiyatları yükseldiğine göre hanehalkının durumu düzelmiştir" iddiasını ortaya atıyor. 67 milyarlık döviz hesabının sahiplerini "halk" olarak gören bir söylemi saçma bulduğunuz için eleştirmeye değer görmezseniz, zamanla bu saçmalık yaygın kabul görür ve sıra yeni zırvalara gelir.

Fikirler dünyasında burjuvazinin düzmece kavramlarını, saptırıcı söylemlerini "saçma" diye geçiştirmemek ciddiye alıp çökertmek gerekiyor. Sermayenin tahakkümüne karşı direnmenin ilk adımlarından biri budur.