Kötü Bir Senaryo Tekrarlanıp Duruyor

Uluslararası ekonomik bunalımın beş yılı tamamlanıyor ve Batı kapitalizmin patronları, krizi bir türlü aşamamanın sıkıntısını yaşıyorlar.

Kötü bir senaryoyu tekrarlıyorlar: Bir yandan ısrarla bütçelerde kemer sıktırıyorlar bir yandan da astronomik parasal genişleme uygulamalarını belli aralıklarla tekrarlıyorlar.

Bu senaryonun ikinci ayağı hem Avro Bölgesi’nde, hem ABD’de Eylül’de yemiden gündeme geldi. Kısaca aktaralım.

***
Avrupa’yla başlayalım. İçiçe girmiş iki sıkıntı söz konusudur. Bir yandan Avro Bölgesi’nin beş zayıf halkası (İrlanda, Portekiz, Yunanistan, İspanya ve İtalya) borç krizi içinde debelenmektedir bir yandan da dev bankaları kurtarma önceliği gündemde kalmaktadır.

Temel sorun nedir? Eski borçlarını ödemek için yeniden borçlanmak zorunda kalan bu beş ülke, çok yüksek faizlerle karşılaşmaktadır. Er veya geç bu borçların ödenememesi (yani iflâs) riski doğmaktadır. Borçluların iflâsa sürüklenme ortamı, bankaların finansal varlıklarını eritmekte alacakların tahsilini kösteklemekte doğrudan ve dolaylı etkilerle pek çok banka fiilen batık konuma sürüklenmektedir.

Bu bankalar nasıl kurtarılacak? Almanya’nın katı bir ilkesi var: Devletler, merkez bankalarından, dolayısıyla Avrupa Merkez Bankası’ndan (AMB’den) kredi alamazlar. AMB ise, sadece bankalarla ilişki kurabilir.

AMB’nin yeni Başkanı Mario Draghi, önce bu doğrultuda bir hamle yaptı. 2011 sonunda Avrupa bankalarına yüzde bir faizle üç yıl vadeli, bol kepçe kredi sundu. İki ay içinde sekiz yüz bankaya bir trilyon avro’nun üzerinde ucuz kredi akıtıldı. Bankalar bu kaynakların yarısını vadesi gelen yükümlülüklerini karşılamakta kullandılar. Geri kalanının bir bölümü ile de ikincil piyasadan kendi devletlerinin hazine bonolarını, tahvillerini satın aldılar. Sıkıntılı ülkeler daha rahat borçlanabildiler.

Ne var ki, finans piyasalarının rahatlaması geçici oldu. Kısa bir süre sonra tahvil fiyatları aşağı faizler yukarı hareket etti. Yıl başında bu kâğıtlara fon bağlayan bankalar ve rantiyeler yeniden zarara sürüklendi. İspanya’nın, İtalya’nın borçlanma maliyetleri yükseldi.

Mario Draghi bir hamle daha yaptı. Sıkıntılı ülkelerin devlet tahvillerini piyasalardan sonuna kadar satın alabileceğini ilan etti. Şu şartla ki, bu uygulamadan yararlanan hükümetler, IMF, AB ve AMB üçlüsünün belirleyeceği kemer sıkma programlarına razı olsunlar.

Tahvillerin sonuna kadar AMB tarafından alımı, Alman bankacılara göre “para basarak bütçe açıklarının finansmanı” anlamına gelmektedir temelden yanlıştır. Draghi ise kararını, “hazinelere kredi açmıyorum piyasalardan tahvil topluyorum yani para politikası uyguluyorum” söylemiyle savunuyor.

İspanya’yı daha da köşeye sıkıştıracak bir kemer sıkma programının görüşülmeye başladığı anlaşılıyor.

***
Avrupa’da uygulanan programların amaçları ikiye indirgenebilir: (1) Temel öcelik, borçların kesintisiz ve eksiksiz tahsil edilmesidir. Yükümlülük borçlu devletlere düşer. Borç tahsilatı, önce bütçede, sonra da tüm toplumda kemer sıkılarak gerçekleştirilmelidir. (2) Bu süreç içinde, riskli konuma sürüklenen bankalar, AMB tarafından kurtarılmalıdır.

Dikkat ediniz: Bu yaklaşım büyüme ve istihdam gibi hedeflerden yoksundur.

Buna karşılık ABD’de FED, bu ay içinde başlattığı 3 no.lu parasal gevşeme programı (buna kısaca QE3 diyorlar) ile işsizliği azaltmayı hedeflediğini ileri sürüyor. Buna göre FED finansal piyasalardan her ay 40 milyar dolar ipoteğe bağlı finansal varlık satın alacak ayrıca, kısa vadeli hazine bonolarını satıp, uzun vadeli tahvil alımını sürdürecek. Bu uygulamalar sonunda uzun vadeli borçlanma (bu arada ipotekli kredi) faizlerinin düşeceği iç talebin yükseleceği bekleniyor.

Ne var ki, 2008 ve 2010 sonlarında uygulanan 1 ve 2 no.lu parasal gevşeme programları da, piyasalara 2 trilyon dolar civarında fon pompalamış ancak likidite genişlemesi kredilere dönüşmemiş konut, öğrenci ve kredi kartı borç faizleri fazla değişmemişti.

Bütçe açıklarında artış, otomatik olarak iç talebe yansır. ABD’deki parasal gevşemeler ise, iç talebi ve üretimi değil, finansal balonlaşmayı beslemiştir. Değersiz senetlerini FED’e satan rantiyeler ve bankalar, Merkez Bankası’nın fonlarını daha yüksek getirili finansal varlıklara akıtmıştır. Bütçe açıklarına savaş açan büyük sermaye de, FED’in likidite pompalamalarına hep destek vermiştir.

***
FED’in önceki parasal gevşeme programlarında gerçekleşen likidite artışlarının bir bölümü, 2009’dan itibaren çevre ülkelerine de taştı. İki buçuk yıl boyunca sıcak para girişleri “yükselen piyasa” ekonomilerinin çoğunda döviz fiyatlarını (nominal veya reel olarak) ucuzlattı. Dış açık sorunu olmayan kimi ekonomilerde, rekabet gücü geriledi finansal balonlaşma ithalatı patlattı cari açıklar oluştu. Brezilya Maliye Bakanı, “kur savaşları başladı” sloganını bu nedenle ortaya attı. Türkiye gibi kronik, yüksek dış açık veren ülkelerde ise, dış borçların döndürülmesi, cari açıkların finansmanı kolaylaştı.

Avro Bölgesi’nin krizi, bu süreci 2011’in ikinci yarısında tersine çevirdi. Dış krediler daraldı sıcak para girişleri düştü. Döviz fiyatları tırmandı. Türkiye gibi yüksek cari açık veren ekonomilerde “olası bir dış borç krizi” endişeleri oluştu.

Bu kez, AMB’nin Aralık 2011 sonrasında bankalara kredi pompalaması imdada yetişti. Bankalar, ellerindeki likidite fazlasının bir böümünü çevre ekonomilerindeki borç senetlerine, kâğıttan varlıklarına aktardılar. 2012’nin ilk yarısı, yükselen piyasalarda döviz bolluğu içinde geçti.

Şimdi bu furyaya, FED’in yeni parasal gevşeme programı eklenmektedir. Geçen hafta Brezilya Maliye Bakanı Mantega, “kur savaşlarının yeni bir perdesi açılıyor gerekirse sıcak para girişlerine vergi koyarız” uyarısını yaptı. Kronik cari açık veren Meksika’nın Merkez Bankası Başkanı Carstens ise FED kararını hoşnutlukla karşıladı “komşuda pişen bize de düşer” beklentisiyle sıcak para girişlerine temenna çaktı.

Bizimkilere gelince, “yerel seçimlere kadar bol döviz” beklentisi herşeyin önünde gelmektedir.