IMF ve IIF’ye Göre Türkiye

1998-2001 arasında sadece çevre ekonomilerini (bu arada Türkiye’yi de) kapsayan bir kriz dizisi patlak verdi. Temel etken, yüksek tempolu sermaye akımlarının aniden, hızla azalmasıydı.

Çevredeki her ülke etkilenmedi. Örneğin Çin ve Hindistan bunalım dalgasının dışında kaldı. En fazla etkilenenler ise önceki dönemin dış kaynak girişlerini bir anlamda “israf eden” dış kırılganlıkları bu nedenle de artan ekonomiler oldu.

Bugünlerde ABD kaynaklı dolar furyasının yavaşlama olasılığı, sorgulamaya yol açtı: “Yükselen ekonomilerde benzer bir kriz dalgası gündeme mi geliyor?” Sorgulayanlardan biri, Institute of International Finance (IIF)’dir. Finansal huzursuzlukların ortaya çıkmasından sonra, IIF Eylül ve Ekim’de Capital Markets Monitor’un iki sayısında sermaye akımlarında beklenen gerilemenin, otuz “yükselen ekonomi” üzerindeki olası etkilerini inceledi. Bunların Türkiye’yi de ilgilendiren bulgu ve öngörülerine kısaca değinmek istiyorum.

IIF’nin Eylül sayısı, sermaye girişleri daraldığında önem taşıyan iki kırılganlık göstergesi üzerinde duruyor: Cari işlem açıklarının milli gelire oranı ve rezervlerin kısa vadeli borçlara oranı… Türkiye cari açık/milli gelir oranı bakımından (Güney Afrika’dan sonra) ikinci gelmektedir. İkinci göstergeye gelince, Türkiye, 2008-2012 arasında rezerv/kısa vade dış borç oranı bozulan ülkelerden biridir. Ancak, bu grupta sözü geçen oran sadece iki ülkede yüzde 100’ün altına inmiştir: Ukrayna ve Türkiye… (s.6, Grafik 13 ve 14).

Etkilenmenin şiddeti, kısa dönemde döviz fiyatları üzerinde ortaya çıkmaktadır. Mayıs-Eylül döneminde döviz fiyatlarındaki artış bakımından Türkiye dördüncü sıradadır.

Bu bulgulardan hareketle IIF’nin Eylül sayısı, bozulan uluslararası koşullar karşısında Türkiye’yi en çok etkilenecek ülkelerin arasında görmekte ve 2014’te büyüme hızının yüzde 1.7’ye düşeceğini öngörmektedir.

IIF’nin Ekim sayısı ise, 2008-2009 krizini izleyen dönemde bankalardan kaynaklanan finansal şişkinliği bir risk öğesi olarak görüyor. Kredi genişlemesinde Türkiye en öndedir. Batık kredi yüzdeleri düşüktür ama kredi/mevduat oranları artmakta oluşan açık dış borçlanmayla kapatılmaktadır. Borçlanma kısa vadeli banka kredileri uzun vadelidir ve sermaye çıkışlarının yaratacağı riskler bu nedenle de artmaktadır. (ss.6-7)
***
Ekim’de IMF’nin yayımladığı “Ekonomik” ve “Finansal” raporlara geçen hafta bu köşede değinmiştim. Sermaye hareketlerindeki yavaşlamanın çevre ekonomilerine yansıması üzerinde odaklanan Finansal Rapor’dur.

Mayıs-Eylül’deki olumsuz ortamdan ülkeler farklı derecelerde etkilenmiştir. Rapor, bu farklılığın nedenlerini önceki üç yılda arıyor ve 2010-2012 ortalamaları bakımından iki göstergede gözlenen “bozukluk” derecelerine bakıyor: (1) İç kredilerdeki artış oranı ile büyüme hızı arasındaki fark (2) cari açık/milli gelir oranı … Her iki gösterge birlikte ele alındığında, on yedi “yükselen ekonomi” arasında Türkiye “en kötü” konumdadır. (s.23, Şekil 1.28)

Ön-koşullardaki bozukluk derecesi, 2013’te IMF’nin beklediği sonucu vermiştir. Mayıs-Eylül ayları arasında finansal değişkenlerin seyri karşılaştırıldığında, Türkiye, piyasa tahvil faizlerindeki artış bakımından birinci sırada dolar fiyatındaki (enflasyona göre) reel artışta ise, Hindistan’dan sonra ikinci sırada yer almaktadır.(s.24, Tablo 1.30)

Aynı Rapor, “sermaye çıkışları çok daha da sertleşirse ne olur?” sorusunu da bir model aracılığıyla yanıtlamaya çalışıyor. Şimdiki politikalar değişmezse en olumsuz etkilenecek ülke Endonezya, ikincisi Türkiye’dir. (s.25, Şekil 1.32)

Bu çözümleme ve öngörülerin sonunda IMF, 2013 sonbaharında “beş kırılgan yükselen ekonomi” listesini oluşturuyor: Brezilya, Hindistan, Endonezya, Güney Afrika ve Türkiye…

***
Türkiye’nin solcu, ilerici iktisatçıları olarak finans kapitale aşırı bağımlılığın ekonomiyi dış çalkantılara karşı niçin, nasıl kırılganlaştırdığını öteden beri inceledik inceliyoruz. Son örneklerden biri Ali Eşiyok’un Cumhuriyet’in 25 Ekim tarihli Bilim Eki’nde G20’deki dokuz yükselen ekonomi ile Türkiye’yi kırılganlık göstergeleri bakımından karşılaştıran yazısıdır. .

IMF çok geç uyandı gizlenemeyecek olguları ancak son yıllarda incelemek zorunda kaldı. Yukarıda aktardığım IIF ve IMF bulguları analitik değil, pratik önem taşıyor. Örneğin IIF dev uluslararası bankaların üye olduğu bir kuruluştur ve bu nedenle sermaye hareketleri musluğunun başındadır. Yayınları bu musluğun açılıp açılmayacağını haber verir veya belirler. IMF’ye gelince, ülkeler için verdiği “yeşil, sarı, kırmızı ışıklar”, büyük finans çevrelerinin aynı ülkelere dönük sermaye akımları üzerinde etkili olur.

Öyle anlaşılıyor ki, bu kuruluşların Türkiye üzerindeki değerlendirmeleri önümüzdeki aylarda değil, 2014 başından itibaren önem taşıyacak hepimizi etkileyecektir.