IMF akıl veriyor

Korkut Boratav'ın "IMF akıl veriyor" başlıklı yazısı 1 Ocak 2013 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Aralık sonunda IMF Türkiye ekonomisi üzerinde iki rapor yayımladı. Birisi, Turkey: Selected Issues başlığını taşıyor. Diğeri ise IMF’nin her üye ülke için belli aralıklarla (Article IV Consultations adı altında) yayımladığı son rapor. Bu ikinci rapor ülke yetkilileriyle görüşüldükten sonra yayımlanır bu görüşmelerin izlerini taşır. Bu nedenle, IMF’nin Türkiye ekonomisi hakkında gerçekten düşündüklerini, önerilerini ilk rapordan izlemek daha öğretici olacaktır.

Ben de IMF’nin bu rapordaki değerlendirmelerini üç başlık altında özetleyip tartışıyorum.

(1) IMF Merkez Bankası’na soruyor: Ne yapmak istiyorsun?

IMF Raporu Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nı (TCMB’yi) açıkça sorguluyor ve eleştiriyor: “TCMB’nin hedeflerini ve önceliklerini kavramak güçleşmiştir… 2011’den itibaren bu hedefler, reel döviz kuru, enflasyon, cari işlem açığı ve rezerv düzeyi olarak belirlenmiştir.”

IMF’nin mesajının uzantısını açık dile dönüştürüp özetleyelim: “Para politikası araçlarıyla oynayarak, birbirinden çok farklı dört hedefe birden ulaşamazsın.. Aslî görevine, yani enflasyon hedeflemesine dön…”

Bu çalkantıların çeşitli yansımalarını 2011’in ortalarından beri izledik. TCMB’nin, dövizin tırmanmasını durdurmak için, 2011’in ikinci yarısı ile Ocak 2012 arasında rezervlerinden 16,1 milyar dolar boşalttı IMF de vurguluyor. Bu operasyon bitince (yılbaşında) Başkan Bağcı açık bir hedef koydu: “2012’de ABD dolarını yeneceğiz”. Yıl sonunda da TL’nin reel değerlenmesine karşı hangi durumda müdahale edeceğini açıkça belirtti. Döviz fiyatları, böylece, TCMB hedefleri arasına girmiş oldu.

Gelelim, TCMB’nin asli görevine, enflasyon hedeflemesine… IMF, faiz haddinin 2010-2011’de “olması gerekenden 3.5 puan daha düşük olduğunu” hesaplıyor ve hükmü veriyor: “TCMB’nin yeni politikaları içinde para politikası fazlasıyla gevşek tutulmuştur… Anlaşılan, TCMB faiz hadlerini düşürmek istiyor fakat, zaman zaman zıt yönde hareket etmeye mecbur kalıyor.”

TCMB’nin “düşük faiz isteği” nereden kaynaklanıyor? Başbakan’ın bu yıl içindeki “faizler çok yüksek indirilmeli” talimatını hatırlatmakla yetinelim. Başka bir Bakan da ısrar ediyor: “Dövizin ucuzlaması durmalı” çağrısını ekliyor. Bir de 77 milyar dolarlık 2011 cari açıkla karşılaşınca TCMB “dağıtıyor.” IMF’den de “toparlanma” uyarısı geliyor.

(2) Türkiye’nin cari açığı yapısaldır Merkez Bankası’nın işi değildir.

TCMB cari açıkla uğraşmaya kalkınca IMF uyarıyor: Türkiye’nin cari açığı yapısaldır iç talebin 2012’deki gibi bastırılması çare değildir düzelme geçici kalacaktır.
Temel yapısal sorun, iç talebin, sanayi üretiminin, hatta ihracatın ithalat bağımlılığındaki artıştan kaynaklanıyor. “Türkiye’nin büyük cari açığını temelden yenilgiye uğratmak için rekabet gücünü artırmak iç talep ve ihracatın ithalat içeriğini azaltmak gerekmektedir.”

Dış çevreler “rekabet gücü” dedikleri anda irkilmemiz gerekiyor. Zira, meramları, işgücü piyasalarını esnekleştirmek, sosyal devleti daraltmak ve emekçi sınıfların sırtına yüklenen bir “yapısal uyum şoku”nu hayata geçirmektir. IMF Raporu, ayrıntıya girmeden aynı yaveyi tekrarlıyor.

IMF’nin “üretimin ithalata artan bağımlılığı” teşhisi doğrudur ama çaresi? Mantıkî sonuç, ithal ikamesi (yani yerli üretim) önceliğine dayanan sektörel bir planlama seçeneğidir. Bu, IMF’nin temel doktrinine karşıdır ve Rapor, bu nedenle, suskun kalmaktadır.

(3) Temel sorun, düşük tasarruflardır ama çaresi yok…

IMF “malûmu ilân” ediyor ve 1998-2011 arasında milli gelir içindeki tasarruf oranının çarpıcı boyutlarda düştüğünü yüzde 15’in altına indiğini belirliyor. Bu bozulma, yüksek ve artan cari açıklarla da bağlantılıdır. Rapor susuyor ama ben hatırlatayım: On yıl boyunca (Mayıs 2008’e kadar) kesintisiz sürecek olan IMF denetiminin başlangıç yılı da 1998’dir. Kısacası, neo-liberal politikaların yeni aşamasının Türkiye ekonomisine bir “armağanı” da tasarruf oranlarındaki dramatik düşmedir.

Farklı ifade edelim: Dış tasarruflar (yani yabancı sermaye) ulusal tasarrufların yerine geçmiştir. Rapor da gösteriyor ki, bu gelişme özel tüketim oranlarının hızla artması ile gerçekleşmiştir. IMF eksik bilgi veriyor: Tüketimdeki artış, sermaye birikiminin milli gelirdeki payını da (1998-2012 arasında yüzde 23’ten 21’e) indirmiştir.

Bu saptamalardan hareket edelim ve çevre ekonomilerinde sermaye hareketlerini serbestleştiren neo-liberal reçetenin gerekçesini hatırlatalım: Sermaye girişleri, düşük tasarruflarınızı yukarı çekecek bu sayede yatırımlarınızın yükselmesi sağlanacaktır. IMF Raporu, bu modelin iflâsını belgeliyor ancak “suçluyuz” itirafını yapmaktan kaçınarak…

Rapor, aynı dönemde dış kaynak girişlerinin büyüme hızını nasıl dalgalandırdığını da belirliyor: “Yatırımlardaki iniş ve çıkışlar, doğrudan doğruya sermaye hareketlerindeki dalgalanmalara bağlıdır ve üretimdeki oynaklığı açıklayan anahtar da budur.”

Büyüme sürecinin son on beş yılda dış kaynak hareketlerine bağımlı hale geldiğini sosyalist iktisatçılar olarak yıllardan beri vurguluyoruz. En sonunda IMF de aynı sonuca ulaşıyor.

IMF’nin Aralık 2012 tarihli Türkiye Raporu’nda doğrular var. Sonucu söylemek de bize düşer: Türkiye için neo-liberal model iflâs etmiştir.