“Çürüyen Kapitalizm” Eleştirileri

İ James Galbraith çok ünlü bir diğer iktisatçının, John Kenneth Galbraith’in oğludur. Amerika’daki sol kanat Keynes’çi iktisatçılardan biridir. Son kriz, egemen serbest piyasacı iktisadın, toplumu kavramada yetersiz, ekonomiyi yönlendirmede işe yaramaz olduğunu ortaya koyunca, Galbraith fırsatı kaçırmıyor ve saldırıya geçiyor:

“İktisatçılar mesleğinin bugünkü mensupları, doğru ekonomik düşünceyi temsil etme iddiasında olan bir tür politbüro oluşturmuşlardır ve önemli politika sorunlarının hepsinde yanlış tavır almışlardır.” Bu yakınlarda ABD Senatosu’nun “finansal suçlar” üzerinde görüşmeler yapan komitesine davet edilen Galbraith oradaki sunuşunu da ayni minval üzerinden başlatıyor: “Sizlere yüz karası bir mesleğin mensubu olarak hitap ediyorum. 1980’den bu yana öğretilen biçimiyle iktisat kuramı, finansal krizin arkasındaki güçleri anlamaktan âciz kaldı. Bu iktisatçılar spekülasyonun fiyat istikrarına yol açacağını ‘sorumluluk müşteriye ait’ ilkesinin işe yarayacağını ve sahtekârlığın yaygınlaşmayacağını düşündüler.”

Galbraith, daha sonra Amerikan finansal sistemindeki sahtekârlık, dolandırıcılık olgularını vurguluyor. Ona göre, “sahtekârlığı en iyi yapanlar, şirketleri yönetenlerdir. Bir bankayı soymanın en iyi yolu, ona sahip olmaktır.” İpotek piyasasında faaliyet için verilen lisansların, “aslında soygun yapma ve hırsızlığı teşvik lisansı anlamına geldiğini” ileri sürüyor. Soygunculuk ve sahtekârlığı belgelemenin artık çok güçleştiğini zira, “ilk pazarlamayı yapan komisyoncuların dosyalarının kaybolmuş” olduğunu çok sınırlı bir incelemenin “‘hemen hemen her dosyada sahtekârlık, eksiklik ve kötü niyet” saptadığını belirtiyor. Sahtekârlığın, kötü niyetin, ünlü “derecelendirme kuruluşları”na nasıl bulaştığını açıklıyor. Kredilerin batmasına karşı geliştirilen “batık kredi takası”nın hem devleti, hem de müşteriyi birlikte dolandırmaya nasıl yol açtığını açıklıyor.

Galbraith ifadesini şu sözlerle noktalıyor: “Sahtekârlık sisteme egemen olursa, menkul değerler piyasasının dayanağı kalmaz. Bütün kâğıtlar süprüntü olur onları yaratan, derecelendiren, satan kurumlar gibi… Bu araçları pazarlayanlar, teminat verenler, derecelendirenler, sigortalayanlar, denetleyenler sistemin sahtekârlığa battığını farketmemiş olabilirler mi? Finansal sistem toptan, radikal biçimde temizlenemezse, piyasa sistemi de ayağa kalkamaz.”

Galbraith’in finansal sistemdeki çürümeyi anlatan eleştirileri, bana, Lenin’in finans kapitali, “herhangi bir girişimci özellik taşımayan, mesleği hazır-yiyicilik olan, kupon keserek yaşayan rantiyeler katmanının olağan-dışı büyüdüğü” bir ortam olarak betimlemesini ve bu ilişkilerin yaygınlaştığı düzeni de “çürüyen kapitalizm” olarak nitelendirmesini hatırlattı. Ne var ki Lenin bu özellikler taşıyan finans kapitali, tekelleşme, sermaye ihracı ve politik uzantılarıyla birlikte emperyalist sistemin ana öğelerinden biri olarak görüyordu. Galbraith’e gelince, onun amacı finansal piyasaları temizleyip yeniden işler hale getirmek olunca eleştiri ve önerileri de elbette sistem-içi kalacaktı..

***

Batı’da Keynes’çilerle sağ kanat iktisatçılar arasındaki kavgalardan biri de, bütçe açıklarının ve kamu borcundaki artışın olası tehlikeleri üzerindedir. Bu konuda da, James Galbraith’i örnek olarak kullanacağım. Galbraith Washington Post’ta yayımlanan bir söyleşisinde, “uzun dönemli bir kamu açığının tehlikesi hiç yoktur” dediği için sağ kanat iktisatçıların saldırılarına hedef oldu tutucu Fox TV kanalı tarafından, “çocuklarımıza çıplak Keynes’ciliği öğreten profesör” olarak teşhir edildi.

Halbuki Galbraith’in savları bu konuda da ılımlıdır: Ona göre, süregelen kamu açıklarının faizleri artıracağına ve borcun sürdürülemeyecek düzeylere çıkacağına ilişkin öngörüler yanlıştır: “Japonya’ya bakın. 1988 bunalımından bu yana astronomik kamu açıkları veriyorlar. Devlet tahvillerinin faiz oranı nedir? Sıfırdır. Borcun finansmanıyla ilgili hiçbir sorunları olmamıştır.” Kamu açıklarının süregelmesi, üretimi, milli geliri, istihdamı ve fiyatları zaman içinde artıracaktır enflasyon reel borç yükünü de aşındıracağı için, nominal (enflasyondan arındırılmamış) borç düzeyine dayandırılarak yapılan felâket senaryoları yanlıştır.

Galbraith, önceliklerin doğru seçilmesini önererek ekliyor: “Üretim düzeyini azaltmadan harcamaları azaltabilecğinizi düşünmek tamamen saçmadır.” Bu budalalığı şimdi Avrupalılar yapmaktadır: “Yunanlılardan kamu hrcamalarını yüzde 10 kısmaları isteniyor. Ve milli gelir düzeyinin etkilenmeyeceği varsayılarak… Elbette, en az yüzde 10 oranında düşürecektir ve daha düşük harcama düzeyini karşılayabilecek vergileri dahi toplayamayacaklar.”

Burada da Amerikan Keynes’çilerinin politik iktisat perspektifinin eksikliğini hissetmemek mümkün değil. Bu kez, Lenin’e, Marx’a değil de, doğrudan doğruya ustalarına başvuralım ve Keynes’in iki savaş arasında “borç ve enflasyon” üzerine yazdıklarından kısaltarak, sıkıştırarak aktaralım:

“Geçmişte veya bugün, hiçbir topluluğun çalışan öğeleri, emeklerinin ürününden önemlice bir bölümünün rantiye sınıflara aktarılmasına rıza gösteremezler. Borç birikimi tahammül edilebilir sınırı aşınca, durumu çözebilecek üç yöntem vardır. Birincisi borcun reddedilmesidir. Kurbanlar şiddetle direneceklerdir ve bir devrim dışında bu seçenek bugün için Batı Avrupa’da düşünülemez. İkincisi, paranın değer yitirmesidir [enflasyondur]. En az direnç hattını izleyen bu yöntem, siyasetin çözüm getirmediği durumların doğal ilacıdır. Üçüncüsü ise [finansal varlıklar üzerinde] bir sermaye vergisidir. Rasyonel, bilinçli çözüm yolu budur. Tahvil sahiplerinin talepleri, vergi mükelleflerinin karşılayabileceği sınırı aşarsa ve vergilemeyle enflasyonun hızlanması arasında bir seçim yapmaya vakit kalmışsa, hem pratiklik, hem de adalet açısından vergi tercih edilmelidir.”

“Bu yöntemleri, sözleşmelerin kutsallığı gerekçesiyle reddedenlere gelince, sözleşmelerin dokunulmazlığının sağlaman için, Devletin sürdürülemeyen bir duruma son verme hakkını kullanması gerekir. Sınırlanmamış tefecilik çok güçlüdür. Birkaç kuşak boyunca çıkarlarına ilişilmezse, nüfusun yarısı, diğer yarısının neredeyse kölesi durumuna düşer.”

Keynes’in günümüzdeki ve Amerika’daki takipçileri, ustalarını izlemedikleri için, Batı toplumlarına egemen olan enflasyon-karşıtı saplantıların, finans kapitalin toplumun tümüne karşı sürdürdüğü bir bölüşüm kavgası olduğunu anlayamıyorlar. Böylece Wall Street’ten şiddetle nefret eden sıradan Amerikalı kadar radikal olamıyorlar.