Polonya Faşizmi ve Katın Fabrikasyonu

DÜNYA SOLA DÖNÜYOR - RUSYA ve ESKİ SOVYET CUMHURİYETLERİ yazıları

SSCB ve Stalin'e karşı liberaller, emperyalistler ve Rusyalı işbirlikçi hainlerin sürdürdükleri en büyük manipülasyon ve karalama kampanyalarından biri, belki de en büyüğü Katın davasıdır. Anti-Sovyetik cepheye göre 1940 yılında Sovyet ordusu tarafından enterne edilmiş olan Polonya subayları, polisleri ve sivillerinden 10 bin ya da 25 bin kişi Smolensk yakınlarındaki Katın ormanlarında güya Stalin'in emri ile kurşuna dizilmişler. Öteki kampanyalar (örneğin Holodomor) gibi aslında bu da Hitler'in propaganda bakanı Göbbels'in yarım kalmış, başarısız olmuş bir dezinformasyon kampanyasıdır. Hitler'in manevi mirasçıları olan emperyalistler ve uşakları Göbbels'in bıraktığı yerden bu sefer oldukça başarılı bir biçimde devam ediyorlar.

Alman ve Polonya faşizminin Katın provokasyonuna neden ihtiyaç duyduğunu anlamak için şimdilerde kuzu postuna bürünmüş ve kurban rolünü oynamakta olan bu Polonya faşizmi üzerinde biraz durmak gerekiyor. Çünkü Alman faşizmi görece iyi bilinmesine karşın Polonya faşizmi hakkında üniversiteli solcuların bile çoğu zaman yeterli bilgiye sahip olmadığı kanısındayım. Tabii bu köşe yazısının sınırları içinde olabildiğince özet bir ifadeyle anlatmaya çalışacağım.

Polonya faşizminin doğumunu Ağustos 1920'den, Polonya tarihinde “Vistula mucizesi” denen bir büyük zaferden başlatmak mümkün. Burada General Pilsudski komutasındaki burjuva Polonya ordusunun Tuhaçevskiy komutasındaki Kızıl Ordu'yu Varşova önlerinde Vistula nehri civarında gerçekten çok büyük bir yenilgiye uğrattığı, feci bir şekilde darmadağın ettiği Polonya adına bir büyük zaferden söz ediyoruz. Ondan önceki yaklaşık 200 yıl boyunca Polonya'nın çarlığa karşı her savaşta ve her ayaklanmasında başarısız olmuş olduğunu dikkate alırsak bu zaferin Polonya açısından ne büyük bir dönüm noktası olduğu daha iyi anlaşılır. Kızıl Ordu'nun yenilgisinden siyasi olarak Lenin de sorumlu idi, uyarılara karşın Polonya üzerinden Almanya'ya yürüyüp Alman devrimine yardım etmeye karar vermişti. Askeri olarak en büyük sorumlu ise Trotskiy'in teğmenlikten alıp ordu komutanı yaptığı ve iç savaştaki birkaç şanslı zaferden sonra yıldız parlamış olan şu Tuhaçevskiy denen unsur idi. (Troçkistler bu yenilgiyi de Stalin ve Voroşilov'un güya Tuhaçevskiy'e yardıma gelmemesine bağlarlar, ancak bu doğru değildir. Ayrıca Stalin Tuhaçevskiy'e düşman olsaydı 1935'te onu SSCB'de mareşal ünvanı verilen beş kişiden biri yapmazdı). Bu arada Ukraynalı anti-Sovyetik Petlyura çetesinin ve Belaruslu anti-Sovyetiklerin eşgüdümlü saldırılar ile Polonya'ya aktif yardımları olmuştu, Batılı emperyalistler ise Polonya'ya simgesel yardımlarda bulundular. Esir düşen Kızıl Ordu askerlerinden yaklaşık 80 bini geri dönmedi. Bunların çoğu kötü muameleden dolayı öldüler.

Bu savaşın sonunda Sovyet Rusya Polonya'ya bugünkü Belarus ve Ukrayna topraklarından önemli bir bölümünü bırakmak zorunda kaldı. Polonya ayrıca o zamanki bağımsız Litvanya'dan bugünkü başkent Vilnius ve çevresini, Çekoslavakya'dan da bir miktar toprak kopardı. Fakat daha da önemlisi Polonya'da Pilsudski'nin faşist diktasının önü açıldı. Kızıl Ordu karşısındaki beklenmedik zafer Polonya burjuvazisine müthiş bir özgüven verdi, aynı zamanda Batı'nın komünist tehlike karşısında kendilerini yalnız bırakmayacağına inandırdı. Öte yandan siyasette tam bir faşist ancak askeri anlamda iyi bir komutan olan Pilsudski ise Polonya yönetici sınıfının ve elitinin kıymet-i harbiyesi hakkında gayet gerçekçi bir fikre sahip idi, daha 1924'te yazdığı bir kitabında savaşı ancak kendi zorlaması ve disiplini ile kazandığını ve bu sırada hem orduda hem de parlamento ve hükümette hep bir ihanetten korktuğunu ifade etti. 1939'dan sonraki olaylar onu doğruladı. Pilsudski Polonya'da daha Hitler'in Almanya'da iktidara gelmesinden önce tam bir faşist diktatörlük kurdu ve 1935'te malesef eceliyle öldü.

Pilsudski rejiminin ve ondan sonraki takipçilerinin politikasının en belirgin özelliği tahmin edileceği üzere Sovyet ve hatta Rus düşmanlığı idi. 1920'ler boyunca Polonyalı çeteler Ukrayna'yı talan edip Polonya'ya kaçıyorlardı. Polonyalı faşistler içerde Batı Ukraynalılar ve Belarusları zorla asimilasyona tabi tutuyorlar, ortodoks kiliseleri de katolikleştiriyorlardı. Polonya burjuvazisinin uluslararası politikadaki tavrı ise Hitler'den önce hem Almanya'ya hem de SSCB'ye karşı Batılı emperyalistlerin desteğini almak üzerine kurulu idi. Ancak Hitler iktidara gelip Mein Kampf'taki emellerini uygulayacağını belli edince bizim Polonyalı faşistler Almanya'yı SSCB'ye saldırtıp arada pay kapma hayallerine daldılar. Polonya faşistlerinin hayalinde Baltık denizinden Karadeniz'e uzanan 1772'den önceki büyük Polonya'yı kurmak yatıyordu. Fakat anlamadıkları şey Hitler'in bu alanı onlara bırakmaya hiç niyeti olmadığı ve bütün Slav halklar gibi Polonyalıları da Untermensch olarak gördüğü idi.

Polonya Ocak 1934'te Almanya ile saldırmazlık anlaşması imzaladı. Hitler Cemiyet-i Akvam'dan çıkınca Polonya hükümeti bu örgütte Almanya'nın temsilcisi gibi davranmaya başladı ve bütün emperyalist işgalleri destekledi (örneğin İtalya'nın Etiyopya'yı işgalini). Polonyalı faşistler Afrika'dan denizaşırı sömürge (koloni) bile talep ettiler! Hitler Avusturya'yı ilhak ettiği zaman Polonya da Litvanya'yı işgal etmeye hazırlandı ancak SSCB'nin kararlı tavrı karşısında geri çekildi. 1938'de Hitler İngiltere ve Fransa'nın göz yummasıyla Çekoslovakya'nın Südet bölgesini işgal ettiği zaman fırsat bu fırsat diyen Polonya da Teşin (Cieszyn, Teschen) bölgesini işgal etti. O sırada bu bölgede 77 bin Polonyalı ve 156 bin Çek yaşıyordu. Üstelik faşist Almanya İngiltere ve Fransa'nın olurunu alma ihtiyacı duyarken bizim Polonyalı beyler hiç kimseden izin almadan doğrudan işgal ettiler. Tabii ki Polonyalı ve Romanyalı faşistler SSCB'nin Çekoslovakya'ya yardıma gelmesi için topraklarından geçmesine de izin vermediler. Görüldüğü gibi 2. Dünya Savaşı'nın başlamasında Polonya'nın sorumluğu Almanya kadar büyüktür. Churchill bile 2. Dünya Savaşı üzerine yazdığı kitabında Polonya'nın tavrını avdan pay kapmaya çalışan “sırtlana” benzetti. Bütün 1930'lar boyunca SSCB Hitler'e karşı güvenlik anlaşması imzalamaya çalıştı ancak emperyalistler (başta İngiltere ve Fransa) ve faşistler (başta Polonya, Macaristan, Romanya hükümetleri) asla Almanya'ya karşı SSCB ile ittifak yapmaya yanaşmadılar, aksine her seferinde Almanya'yı desteklediler. Ta Eylül 1939'da Almanya Polonya'ya saldırana değin. Oysa Polonya SSCB ile ittifak antlaşması imzalamış olsaydı Almanya Polonya'ya saldırmaya cesaret edemezdi.

Bizim zavallı Polonya faşistleri Almanya ile birlikte SSCB'yi bölüşme planları kurarken birden bire Hitler'in saldırısına uğrayınca neye uğradıklarını şaşırdılar. Ancak daha sonra tam bir ihanet içinde savaşmadan ülkeyi terk ettiler. Polonya devlet başkanı, hükümet ve başkomutan ülkeyi terk edip Romanya'ya sığındılar. Daha sonra Fransa ve nihayet Londra'da sürgün hükümeti kurdular. Başkomutan Rydz-Smigly savaşın ancak üçüncü gününde verdiği emirde birliklere doğuya yani SSCBye doğru değil de Macaristan ve Romanya'ya doğru çekilmeyi emrediyordu. Savaşmaktan, ülkeyi savunmaktan söz etmiyordu! Dikkat edin ordu komutası ve hükümet başkenti veya karargahı ülke içinde başka bir yere taşımamış sadece ve sadece sefil canlarını kurtarmak için kaçmıştı! Bu arada Polonya'nın sözde destekçileri Fransa ve İngiltere Polonya ile antlaşmaları gereği Almanya'ya sözde savaş ilan ettiler ancak fiilen 7 ay boyunca hiçbir şey yapmadılar. Polonya'da tam bir otorite boşluğu belirdi. Sovyet hükümeti ise Polonya'nın 1919-20'de işgal etmiş olduğu Belarus ve Ukrayna topraklarına girerek buradaki nüfusun Nazilerin egemenliğine girmesine engel oldu. Faşistler ve liboşlar korosuna soralım: Olmasa mıydı? Bıraksaydı da Hitler Polonya'nın tamamını mı işgal etseydi?

Nihayet Almanya 1941'de SSCB'ye de saldırdı. Kızıl Ordu ilk iki yıl boyunca şiddetle direndi ancak genellikle geri çekildi. Böylece Polonya'dan da çekildi. Almanlar Moskova önlerine kadar geldiler. Savaş sürerken Nazi Almanya Nisan 1943'te Katın ormanında kurşuna dizilmiş Polonyalıların toplu mezarlarının bulunduğunu açıkladı ve Kızılhaç'ı çağırdı. Nisan 1943 tarihi size birşey hatırlatıyor mu? Evet doğru bildiniz, tam da Şubat 1943'te Stalingrad muharebesi Kızıl Ordu'nun zaferi ile bitmiş ve Almanya için mesele artık ilerlemek değil, elde ettiklerini korumak haline gelmişti. Stalingrad muharebesi savaşın dönüm noktası oldu, bizim faşistlerde şafak attı. İşte tam da bu noktada Göbbels ekibi işe girişti. Avrupa'da Sovyet düşmanlığını yeniden canlandırmak için bir şey yapmak gerekiyordu. Sivil halka veya esirlere karşı bir katliam haberi bu iş için biçilmiş kaftan olacaktı. İşte böylece Alman faşistleri Katın ormanlarında öldürdükleri Polonyalıları Bolşeviklerin öldürdüğü yalanını uydurdular. Nitekim Göbbels'in hazırlattığı posterlerde “Sovyetler kazanırsa her yer Katın olacak” diye yazılıydı.

Nazilerin yalanına müttefikler arasında Londra'daki SSCB'nin tanımadığı sözde sürgünde Polonya hükümeti dışında inanan olmadı. Eylül 1943'te Smolensk faşistlerden temizlendikten sonra Sovyet hükümeti Katın olayını soruşturmak üzere iki komisyon kurdu. Komisyonların birine NKVD ötekine Kızıl Ordu başcerrahı Burdenko başkanlık ediyordu. Burdenko komisyonunun öteki üyeleri yazar Aleksey Tolstoy, metropolit Nikolay, Slavlar komitesi başkanı General Gundorov, Sovyet Kızılhaç'ı ve Sovyet Kızılay'ı başkanı Profesör Kolesnikov, eğitim bakanı akademisyen Potemkin, Kızıl Ordu askeri sağlık idaresi başkanı tabip General Smirnov ve Smolensk sovyeti başkanı Melnikov idi. Ayrıca adli tıp uzmanlarından oluşan bir alt komisyon kuruldu. Komisyon Ocak 1944'te bulgularını açıklamak için yabancı gazeteciler ve aralarında ABD elçisinin kızının da bulunduğu birçok kişiyi olay yerine çağırdı. Burada kurşuna dizilenlerin Nazilerin eliyle öldüğü gösterildi. Örneğin kullanılan silah Alman tabancası Walter idi. Ellerini bağlamak için kullanılan ip Alman malı idi. Katın olayı savaş bittikten sonra da Nürnberg duruşmalarında görüşüldü ve yine SSCB kazandı.

1980'lerde SSCB'de başa geçen Gorbi – Yakovlev - Ayyaş Yeltsin ihanet çetesi SSCB'yi dağıtmak için her türlü yalan kampanyasını kullandı. Bu çetenin kiraladığı satılmış “akademisyen”ler ve “arşivci”ler güruhunun sözde kanıt diye ortaya koyduğu belgeler tıpkı sözde gizli protokolde olduğu gibi uydurma ve sahte belgeler idi. Rus araştırmacı Yuriy Muhin bu sahtekarların bütün belgelerini ve argümanlarını çürüten 762 sayfalık bir kitap (Antirossiyskaya Podlost, Moskova, 2003) yazmış bulunuyor. Burada ayrıntılara girmeyeceğim çünkü ayrıntılara girersem bu yazının boyunu aşmak gerekecek. Çok büyük paralar ve bütçelerle çalışan Göbbels takımının karşısına tek başına çıkan Muhin bu sözde akademisyenler güruhunun argümanlarını tuzla buz etmiş bulunuyor.

[email protected]