Uluslararası İstanbul Şiir Festivali'nden Gözlemler

Uluslararası İstanbul Şiir Festivali'nin ikincisi 12-16 Mayıs günleri arasında yapıldı. Çıkarılan izlence tanıtım kitabı elimizde. Yenilenen çağrışımlar, gözlemler belleğimizde.

Çağrışımlardan biri, bu tür şenliklerin nerede yapılırsa yapılsın bir seçim sorunuyla bizi yüz yüze getirmesi. Katılımı sağlanan ozanları hangi ölçüt bir araya getiriyor? Dünyagörüşleri mi, sanat anlayışları mı? Başka şenliklerde sık sık boy göstermesi mi, yoksa hangi ülkedense o ülkenin önde gelen ozanlarından olması mı?

Bu sorulara somut yanıtlar almak zor, neredeyse olanaksız. Seçim ölçütü yerine alınan sonuçlara, katılan ozanların şiirlerine, o şiirlerin ortaya koyduğu sanat anlayışlarına bakmak belki en iyisi. İzleyici şiirseverler de herhalde bunu yeğliyor. Kendi beğenilerine göre izliyorlar katılan ozanları kimini dinlemiş olmak için dinleyerek, kimine de belleklerinde yer açarak.

Bu yılki festivalin çağrılıları arasında değil, izleyicileri arasında bulundum. Çağrılılardan Danimarkalı Niels Hav'ın şiirlerine çeviri emeğiyle katıldığım için de onun yaptığı okumalarda şiirlerinin Türkçelerini seslendirdim. Özellikle şenliğin son etkinliği olan Şiir Hatları Vapuruyla yapılan Boğaz gezisi sırasında hem bütün ozanları dinleme, hem de şiir izleyicileri için gözlemlerde bulunma olanağı vardı.

Bu olanaktan yararlanıp şiirseverlere ilişkin gözlemlerim, geçen yıldan tanıdığım baba-oğulla yenilendi. Ankara'dan yine gelmişlerdi Ahmet beyle oğlu Barış. Onlara bu yıl postane görevlisi Gülcihan hanım da eklendi. Festival tanıtım kitabını katılımcı ozanlara tek tek imzalatan pek çok gençle birlikte.

İzleyiciler arasında katılımcı olmayan ozanlardan Abdülkadir Budak da vardı. O da Ankara'dan, Sincan İstasyonu'ndan yola çıkıp Şiir Hatları vapuruna gelmişti. Her zamanki şiir tutkunluğuyla, ama gözlemlerini dile getirirken eleştirelliği bir an bile elden bırakmadan. Şiir festivaline izleyici olarak katılmayan ozanlar nerde diye soruyor, niye gelmediklerine bir anlam vermekte zorlanıyordu. Daha önce, ozanlar için birbirinin kitaplarını okumadıkları gözlemini yaptığı zaman olduğu gibi. (Bunlara böyle şenliklerde adları yer alıp da izlencelere son anda katılmayanları, bunu sanki alışkanlık haline getirenleri eklemek de gerekecektir.)

İzleyici olarak bu yıl festivalde okunan şiirlere baktığımda, bende iz bırakan ozanlar Güney Afrika'dan Breyten Breytenbach, Bosna-Hersek'ten Zilhad Kljucanin, Filistin'den Mourid Banghouti, Danimarka'dan Niels Hav'la birlikte Şeref Bilsel oldu. Onların şiirleri, değişik nedenlerle ve yaklaşımlarla bana seslendi.

Breytenbach, ırk ayrımcılığının gündeme getirdiği bir ozan. Güney Afrika'da yaşadıkları, onun direnişçi kimliğine kattığı yaşamsal fırsat kadar, sanatını kullanımda gösterdiği başarıyı da hazırlıyordu. Yıllar sonra İstanbul Şiir Festivali'ne her iki çağrışımla derinlik getirdiğini düşünüyorum. Tanıtım kitabında yer alan şiiri "Ateşkanat" adını taşıyordu. Şiirin şu dizelerini bu çağrışımla okuyorum:

"biz halkız, karaderili, ama uyumuyoruz./Karanlıkta duyuyoruz hırsızların ağaçlarda tıkındıklarını./Onların bilemeyeceği gücümüzü dinliyoruz, soluklarımızın/kalbini dinliyoruz. Güneşin sarsıldığını duyuyoruz/gecenin kamışlarında. Oburların tıkınıp çatlamalarını/ve dallardan düşmelerini bekliyoruz - /oburun kim olduğu yediği meyvelerden anlaşılacaktır -/Yoksa biz domuzlara öğreteceğiz ağaca tırmanmasını."

Bosna-Hersekli ozan Zilhad Kljucanin "İşle Biten Güzel Bir Rüya"da, yakın dönemde ülkesinde yaşananların çağrışımıyla şöyle diyor:

"Kaç devlet varsa /Köyde/O kadar ev var.//Her evde/Bayrak//İnsanlar çıkıyor /Her evden //Konuştukları dil/Bayrağın dili değil"

Öbür üç ozan, sanki ortak bir olgudan söz açmakta karar kılmış gibiler. Üçünün şiiri de "ölüm" odağında buluşuyorlar. Çağrışımları hem değişik yerlere taşıyor okuru, hem ortak. Biri (Banghouti) "O da Güzel" şiirinde, Filistin'de yaşanana başka bir yerden bakıyor:

"Yatağımızda ölmek ne güzel/temiz bir yastık/ve yanımızda dostlar//Ölmek güzel, bir kereliğine,/ellerimiz göğsümüzde bağlı /boş ve solgun/yarasız, zincirsiz, pankartsız/ve dâvasız

Tozsuz bir ölümle gitmek güzel,/gömleğimizde bir delik/kaburgamızda nişanı olmadan

Ölmek güzel/yanağımızın altında kaldırım değil, beyaz bir yastık,/ellerimiz sevdiklerimizle,/etrafımızda çaresiz doktorlar ve hemşireler,/zarif bir elvedadan başka hiçbir şeyimiz olmadan,/tarihle ilgisiz,/dünyayı olduğu gibi bırakıp,

bir gün bir başkası değiştirir/diye umarak"

Öteki (Bilsel) ölümden sonrasını, ölenin ardında kalanları izleyerek anlatırken doğayı da işin içine katıyor "Yas Tutan Ağaç" şiirinin dizelerinde:

"Ölüyü evden çıkarıyorlar/ölüyü dünyadan/ağladıkça/ölüyü gözden çıkarıyorlar/küllüğe basılmış sigara gibi/boynu bükük komşular/kapıda bir çift ayakkabı/siyah mı? hayır simsiyah/su almasın diye kenarları dikişli/-nasıl büyür insan su almadan/gemiler büyür mü yere doğru-

susma!/bu gürültüye dayanamam diyor karısı/bir günlük gibi tutuyor bebeğini/duyguları alınmış, sesi alınmış, kaşları.../ölüyü çıkarıyor ağzından

terliyor bütün kelimeler/bakışlar kırmızı, mevsim yaz/bahçede dut ağacı/ömründe kar tutmamış/kesik kolları var onun/yeşil öfkenin içinden/yas tutuyor bembeyaz"

Niels Hav ise ironinin içinden sesleniyor "Yüreklendirme" şiiriyle:

"Ne denli iç ısıtıcı değil mi sizce de,

yok olacaklarını düşünmek

birkaç onyıla kadar

şaşkın bir dönemin ardından

emekliye ayrılan devlet başkanlarının,

düşünün ki yok olacaklar

aşınıma uğramış savlarıyla

şımarık çalışanları tv ve radyoların,

beceriksiz gazeteciler ve kapitalizme yaranmaya çalışan

bütün o yalakalar, hem de sonsuza değin!

Biz yok olacağız.

Onlar yok olacaklar.

Ben yok olacağım.

Sen yok olacaksın.

Her şey yok olacak.

Yaşasın!"

[email protected]
www.kemalozer.net
www.blogcu.com/kemalozer