Şiirlerde İstanbul'a Bakarken

Şiirler ve İstanbul. Bu konuda bir seçki hazırlamıştım. Şimdi de bir konuşma yaptım Robert Lisesi'nde. Öncelikle iki şeyin altını çizerek başladım. Birincisi, bu konuda söyleneceklerin çok kapsamlı olabileceği ve değişik yaklaşımlarla ele alınabileceği. Benim yaklaşımım bunlardan yalnızca biriydi. Altını çizeceğim şeyse, bu yaklaşımın temelinde bir kabulün yer aldığıydı.

Sözkonusu kabulü şöyle özetleyebilirim: Ülkemizde hâlâ birçok şeyin şiir üzerinden konuşuluyor, tartışılıyor, değerlendiriliyor olması. Geçmişten iki örnek hemen akla geliyor burada. Ozanların gözünde İstanbul'un değeri o kadar yüksekti ki, bir 'taş'ı için koskoca 'Acem mülkü' gözden çıkarılabiliyordu örneğin. Öte yandan, Tevfik Fikret'in "Sis" şiirinde çizilen atmosferin odağında da yer alabiliyordu İstanbul.

Bugün baktığımızda ise, yine değişen bir şey olmadığını görebiliriz. Ozanlar bir yandan özlemleriyle, bir yandan ilençleriyle kucaklıyorlar İstanbul'u. Bir yandan da, bütün olumsuz duygularının, ideolojik hedeflerinin kaynağı olarak görüp en yumuşağından en sertine yakınışta, sitemde bulunuyorlar ona, ya da onu doğrudan taşa tutabiliyorlar. Bu görünüme, genel bir anlatımla şöyle denebilir: En yumuşağından en sertine, en duyarlısından en acımasızına, yatışmak bilmeyen bir büyük didişme.

İşte şiirlerde İstanbul'a bakarken, öncelikle bu büyük didişmeyi gördüğümü söylemeliydim. Gördüklerim, yalnız şiirin kendi serüveni içinde ele alınabilecek bir olgu değil, cumhuriyet dönemi boyunca yaşama ve ülkeye İstanbul üzerinden yöneltilmiş bakışların bir toplamıydı aynı zamanda. Teker teker hepimiz adına olsun, ülke adına olsun bir albüm olarak niteleyebiliriz bu toplamı. Sayfalarını çevirdikçe İstanbul üzerinden hem ülkeye hem kendimize bakmamızı sağlayacak bir albüm.

Onun için bu konuşmada sözünü edeceğim şiirleri seçerken, tek ölçütün 'güzellik' olmayacağını vurgulamalıydım. Aynı biçimde, adı -denebilirse- İstanbul'la birlikte anılacak olanları da bir araya getirmeyi amaçlamış değildim. Üzerinde duracağım örnekleri, içerik elverdiği oranda kendi kabulüme göre öbeklendirmeyi yeğledim.

Duygucu yaklaşımla yazılmış İstanbul şiirlerinden, belki de en çok rastladığımız için, bu tür örneklerden başlarsak, çeşitli gözlemler saptayabiliriz. Bunların en geneli, onlarda bir 'arayış'la karşılaşmamız. 'İnsan'la ve 'yaşam'la ilgili bir arayış.

Üstelik bir çeşit yolculuk gibi çıkar bu 'arayış' karşımıza. Hemen eklemek gerekir ki iki yönlü bir 'arayış'tır bu. Bir ucu 'insan'a, bir ucu 'yaşam'a yönelen bir yolculuk.

'Yaşam', bu tür şiirlerde daha çok 'yaşanmış olan'dır. 'Yaşanıp geçmiş olan'ı gören için bu, aynı zamanda, 'bir daha yaşanma olanağı bulunmayan'dır. Dolayısıyla bu yaklaşım içindeki ozan, 'geçmişte yaşanmış olan'ın verdiği duygularla bakacaktır yaşama. En baskın duygu ise, özlem olacaktır. Öyle bir özlem ki, yanı sıra sürekli iç burkucu bir hüznü de duyuracaktır.

Duygucu yaklaşımla yazılmış İstanbul şiirlerinde örneğin "Ah, şimdi hâtıralar mahallesinde / Misakımillî sokağı No. 37. /Orası bütün evler, bütün ömür içinde, /

Mesut olduğumuz evdi." diye açılan bir ayraç, "Söz birliği etmiş şimdi saksılar, perdeler,/Elektrik lâmbasıyla değiştirilen fener./O sokağa ne zaman yolum düşse, bir ses:/Günler geçti, geçti, geçti... der."diye kapanacaktır.

Duygucu yaklaşımla yazılmış İstanbul şiirlerinde, 'yaşanan'lar 'geçmiş'leriyle görüldüğü gibi, insanlar da 'geçmiş'in uyandırdığı duygular içinde, o duyguların özdeş kıldığı bireyler olarak ("Komşularımız başkalarına komşuluk eder") algılanacaktır.

Yine duygucu yaklaşımla yazılmış şiirlerde 'mekân' algısı, somut görünümlerle belirmek yerine, o görünümü duygulardaki izdüşümüyle yer değiştirerek dönüşüme uğrar. En çok şiir yazılmış mekânlardan Boğaz ele alındığında "Bir ses, hüzünle perdeli, bir eski şarkıyı/Rüyada bir dua gibi söyler Küçüksu'da"

diyen ozan için "Artık uzak ve hatıralaşmış, güneşli yaz/Yaprakların tabiatı örten pasındadır" ya da "Mehtâb ile her madde birer rûha döner de/Her gölgede son sevgili ilk âşıkı bekler".

Duygucu yaklaşımla yazılmış, ama ideoloji boyutu olan şiirlerde, sözgelimi Yahya Kemal'in yazdıklarında, 'insan'ı ve 'yaşam'ı aramaya yönelen yolculuk belki yine geçerlidir. Ama 'mekân' yine Boğaz olsa bile, 'geçmiş'i arayış, 'bir daha yaşanma olanağı bulunmayan'la özdeş sayılmayacak bir tavır içinde, edilgin bir duyguyla değil sahip çıkılması gereken bir değer olarak algılayacaktır onu.

"Sakin bir öğle sonrası hazzıyla uykuda" diye algılanana, artık "Eşsiz Boğaz! Şerefli hayalin derindedir!/Senden kalan o levhada her şey yerindedir." diye seslenilecektir. Bir başka tepeden bakıldığında ise "Nice yüz bin senedir şarkın ışık mimarı/Böyle mâmûr eder ettikçe hayal Üsküdar'ı" diye söz edilecektir. Bu bakışa göre, "hüznü zevk edinenler yaşıyor burada".

Çünkü denmiştir ki "üsküdar uçarsa gider istanbul/yürüyemez sokaklarında çocuklar" ve "üsküdar asyadır çine kadar".

Öte yandan, gerçekçi yaklaşımla yazılmış şiirlere baktığımızda, yapacağımız gözlemler arasında, örneğin duyguların dile getirilişinde yine İstanbul önemli bir kaynak olarak yer alacaktır. Bu duygular içinde örneğin yine özlem önemli bir yer tutacaktır. Ama sıla özlemi yaşandığında "Asker oldum, taşını toprağını kucakladım düşümde" diye açılan ayraç "Duyuyor musun, İstanbul, gene çalıyorum kapını,/ta nerelerden sağ salim döndüm işte,/ne yıldım, ne pes dedim, ne tükendim,/.../İstanbul, gene çalıyorum kapını,/bana bir yerin var mı,/şöyle kıyıcığına kıvrılsam" diye kapanacaktır.

Bir de giderilemeyen ve sevda ile karışık bir sıla özlemi var ki, onu dile getirirken,

"Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda./..../Yapraklarım ellerimdir, tam yüzbin elim var./Yüzbin elle dokunurum sana, İstanbul'a./Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım./Yüzbin gözle seyrederim seni, İstanbul'u./Yüzbin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım." denecektir.

Gerçekçi yaklaşımla yazılan şiirlerde duyguların yer alışı bir izlenim yerine yaşantının kendisine dayanmaktadır. Yaşananlar, geçmişle alışverişte olsa bile aslında bugünün bir çeşit izdüşümüdür. Mekân ise verdiği duygularla algılanmak yerine, içinde barındırdığı ilişkilerle görülür hale gelmiştir. Mehtapta Boğaziçine bakan gerçekçi yaklaşımdaki şiir, "Yamandır Boğaziçi'nde ayın ondördü yaman/

Çileden çıkarır insanı dinden imandan eder/Komaz zengin fakir farkı/Kör eder, sağır eder, dilsiz eder" diyecek ve "Bir yanda pırıl pırıl Göksu testileri/Ayışığında dipdiri, büyümekte kolları, elleri.../Bir yanda ağlar, alabanalar/Yavaş yavaş uyanan fakir balıkçı köyleri/Bir yanda yalılar, sahilsaraylar " görecektir. Ona göre mehtap "Betonarme kübik yalıların salonlarında/Mor kadife yastık üstüne çiğ beyaz/Yağlıboya hülyalı bir mehtap" olacaktır.

Mekânlar da nesneler de onları bir araya getiren ilişkilerin toplamıdır ve onlar bu ilişkilerle görüldüğü zaman gerçeklik algılanabilir çünkü. Bu işleyişi, İstanbul'un bütünü ya da bir semti, alanı, anıtı, sokağı için yazılan şiirlerde de bulabiliriz.

Galata Köprüsü'nde görülenler için "Kiminiz kürek çeker, sıya sıya/Kiminiz midye çıkarır dubalardan/Kiminiz dümen tutar mavnalarda/Kiminiz çımacıdır halat başında/.../Ama hepiniz, hepiniz.../Hepiniz geçim derdinde" denirken,

Balat'ta ise "al bir at gibi, devrilmiş haliç'e"/.../aylasında/aylak mazot nakışları/

paslı tenekelerde fesleğenler" vardır "ve acının surları/yıkık/ ev diplerinde"

belirmektedir.

Çünkü "Horgören bir el, insan yaşamını/sanki dişlerine tutuyor koskoca bir hızarın,/biçtikçe püskürttüğü yongalardır/eğri büğrü sokaklardan yukarı/

tırmanan köhne evler yamaçlarda/ve kıyılara biriken iskeleler.//Artık konuşmayan bir ağzın/sanki yorgun damağında sıralanır/unutulmuş bir dilden birkaç sözcük:/Kasımpaşa, Fener, Halıcıoğlu, Balat,/kiminin söyleyecek kimsesi kalmamış,/kimi ancak belli saatlerde anılır."

Gerçekçi yaklaşımla İstanbul'a bütüncül bakıldığında, onda yansıyan ilişkiler toplamı kimi zaman geçmişin bir tarihsel kesiti olarak, kimi zaman bugünü gösteren bir yaşam birimi olarak çıkacaktır karşımıza.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında bir tarih kesiti olarak şiire yansıdığında, "kavgamızın şehri" olarak algılanacaktır İstanbul: "Salkım salkım tan yelleri estiğinde/Mavi patiskaları yırtan gemilerinle/Uzaktan seni düşünürüm İstanbul/

Binbir direkli Haliç'inde akşam/Adalarında bahar/Süleymaniye'nde güneş/

Hey sen ne güzelsin kavgamızın şehri"

Çünkü "Et tereyağı şeker/Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde"

Çünkü "Haramilerden gayrısına yaşamak yok"

Çünkü "Haramiler kesmiş sokak başlarını/Polisin kırbacı cellâdın ipi spikerin çenesi/baskı makinesi/Haramilerin elinde"

Ve bir diyalog halinde sürüp gidecektir ondan sonrası: "Boşuna çekilmedi bunca acılar istanbul/bekle bizi/büyük ve sakin Süleymniye'nle bekle/parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla/mavi denizlerine yslanmış/beyaz tahta masalarınla bekle/.../bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi/.../bekle yumruklarımız/haramilerin saltanatını yıksın/bekle o günler gelsin istanbul bekle/

sen bize lâyıksın"

Ülkenin ve toplumun bugününü yansıtan bir bütüncül görünümle ele alındığında ise, İstanbul'a dışardan gelenin, ona katılmak isteyenin kavrayışı değişecektir:

"Anladım,/ben bu şehrin insanı değilim/ekmeği dilim dilim/ve suyu miskal miskal/aslanın ağzında."

İstanbul içe sindirilmesi zor bir büyüklükle çıkmaktadır ona gelenlerin karşısına: "Nasıl bağlansam sana büyük şehir/Yüz tane kolum olsa kucaklamaya yetmez/

.../Tramvayda sinemada meyhanede mabette/Herkes kendi murdar karanlığına gömülmüş/Herkes gurbette"

Çünkü bu büyüklük, içinde bir kıyıcılığı barındırmaktadır: "Darağaçları çarmıh acıları boyuna/Yaşadığımız günler/.../Öldürdüğünü duyuyorum "ölüm"ü bile/

Kocakent, büyük kıyıcı"

Bu kıyıcılık, büyük bir değişimle, yaşam değerlerinin yitirilmesiyle oluşmuştur:

"Her şey değişiyor, kalbimiz bile,/Ama yüzyıllarla besli bir şehir/İnsan yaşamından daha da hızla/Bunca çabuk nasıl yok olabilir?"

Sayfalarını çevirdikçe İstanbul üzerinden hem ülkeye hem kendimize bakmamızı sağlayacak bu albüm, geçmişten bugüne aktardıklarıyla olduğu kadar, bugün içinde bulunulan durumu da gündeme getirecek bir kalıt değil mi? İstanbul'u 2010'a hazırladığı savlanan proje, edebiyat açısından şu günlerde konuşulurken...