Öğreticilik Paydasında İki Ozan

Haziran başında gündeme gelen Nâzım Hikmet anmalarında bu yıl NHKM geçmiş yıllardan farklı bir izlence düzenledi. Bertolt Brecht'in anılmasını da birlikte gerçekleştirdi.

Konuşmalarda olsun çeşitli gösterilerde olsun her iki sanatçı birlikte ele alındı, yapıtları birlikte sergilendi. NHKM'nin izlencelerinden birine ben de konuşmacı olarak katıldım ve her iki ozanın sanatını siyasal duyarlık açısından gözden geçirmeye çalıştım.

Konuşmaya başlarken bu girişimi NHKM çatısı altında olması bakımından çok anlamlı bulduğumu söyledim ve düzenleyicileri kutladım. Girişimin anlamı yalnızca iki büyük ozanı bir araya getirmekte değildi. İkisinin de edebiyatımız, şiirimiz için önemli birer kaynak oluşturmasında, Nâzım Hikmet Akademisi'nin kuruluş aşamasında bu kaynağa dikkat çekilmesinin zamanlamasındaydı.

Kuşkusuz iki büyük ozanla karşı karşıyaydık. Yine kuşkusuz her ikisinin hem ortak hem ayrık özellikleri vardı. Bence bu özelliklerde öne çıkarılması gereken yön öğreticilikleriydi. Ve ikisinin yan yana getirilmesi, birbirini bütünlemekten çok toplumcu sanatı boyutlandırmayı gündeme taşıyacaktı.

Farklı koşullarda, farklı toplumlarda, farklı dillerde yazmış olmalarına karşın dünyaya, yaşama, şiire bakışlarındaki koşutluk önemliydi. Bu koşutluğun en önemli yanı ise bence kavga anlayışlarıydı. İkisi de kavgayı yaşamın her alanında göğüslemeyi seçmişlerdi.

Ortaya koydukları birikim önce bu yönden öğreticiydi. Dolayısıyla hangi kavram ele alınırsa her ikisinin tutumları da öğretici oluyordu. Siyasallık ve duyarlık kavramlarını ele aldığımızda önce bu konularda dayatılanları, yaygınlaştırılmak istenenleri anımsayabilirdik.

Sözgelimi siyasallık deyince, geçerli kılınmak istenen neydi? a) Şiirde siyasallık, siyasal olaylardan söz açmak demekti. b) Siyasal olayların geçiciliği ile sanatın kalıcılığı arasındaki çelişkiydi. c) Şiirde siyaset yapmanın sanatla bağdaşmayacağıydı. ç) Siyaset yapıldığında şiirsellikten ya da lirizmden uzak düşüleceğiydi.

Duyarlık deyince de benzeri bir yol izleniyor, yaşamın bütünlüğü gözetilmeden ayrıntılar karşısında takınılan tavra indirgeniyordu. Akılla, düşünceyle duyarlığın bir araya gelmezliğine vurgu yapılıyordu.

Oysa Nâzım Hikmet'in ve Brecht'in birikimine baktığımızda, çıkaracağımız öğretici sonuçlarla karşılaşıyorduk. Hem kavga anlayışlarının kuşatıcılığı, hem bu anlayışla yazılacak şiirin estetik yapılanması, bütünlüğü/bütüncüllüğü öne çıkarıyordu. Bu bütünlük gözetilmeden hiçbir kavramı tek başına ele alamazdık. Sanatın her özelliği bu bütünlük içinde bir bileşime hizmet etmeliydi. Değeri de, önemi de ancak bu bütünlük, bu bileşim içinde tuttuğu yerle ölçülebilirdi.

Siyasallıkla duyarlık arasında, akılla/düşünceyle lirizm arasında kurulması istenen bağıntı da bu yaklaşımla bakıldığında başka türlü görülebilirdi. Sözgelimi duyarlı davranmak duygudan söz açmaya indirgenemediği gibi, akılla/düşünceyle yazılan şiir de lirizmden uzak düşmeyi getirmeyebilirdi.

Biliyorduk ki Nâzım Hikmet, insanların yaşamlarının her anlarında okuyabilecekleri şiiri yazmak amacındaydı. Brecht'e göre, insan elinden çıkan her şeyin başat ölçütü kullanılabilirlikti. Şiir denilen nesne de kullanılabilmeliydi. Şiiri salt duygu işi olarak görenlere Brecht'in sorduğu ise şuydu: "Duyguların da (tıpkı düşünceler gibi) yanlış olabileceğini biliyorlar mı acaba?"

Öğrettiklerine buradan başlayıp ilerlediğimizde, Brecht'in "Okuyan Bir İşçinin Soruları" şiirinin sonunda dediği gibi, bir sürü soruyla karşılaşıp bir sürü yanıt bulacağımız kesin.

[email protected]

www.blogcu.com/kemalozer

www.kemalozer.net