Çağrı'nın Çağrısı

1 Şubat Pazar, bugün Türkiye Konferansı yapılıyor. Kongre sürecinin belirleyici adımı olan TKP Kongresi Türkiye Konferansı açık toplantısı. Gençleşmeye doğru gençlerle ilerleyecek sürecin çağrısı o gençlerden birinin, Çağrı Kınıkoğlu'nun çağrısıyla daha da pekişiyor bizler için.

Sinema sanatının genç temsilcilerinden Çağrı Kınıkoğlu, bu çağrıda: "İçinden geçtiğimiz dönemde, siyasal gündem ve sorumluluklarımız konusunda bu konferansın sonuçlarının çok değerli olduğunu düşünüyorum" diyor ve "1 Şubat'ta İstanbul'da olacak olan tüm dostlarımızı bu etkinlikte buluşmaya" çağırıyor.

Çağrısının gerekçelerini sıralarken de, "Aklımızı, irademizi, hülyalarımızı ortaklaştırmak için. Birbirimize, birbirimizi anlamaya, birbirimizi dinlemeye, birbirimize gözlerimizin içini görecek kadar yakın durmaya ihtiyacımız var çünkü." diyor. "Çocuklarımızın gözlerinin içine bakabilmek istiyorsak, birbirimizin gözlerinin içine de bakabilmeye başlamalıyız! Bunun için ise her şeyden önce birbirimize yakın durmamız lâzım!" diyor.

Gerekçelerin açıkça ortaya koyduğu gibi, "Bu, sıradan bir 'davetiye' değil..."dir.
Özünde, "Bu 'bu düzenden umudu kesme' davetidir. Umutlanmak için, başkalarından umudu kesmek zorundayız." çünkü.

1 Şubat'ta İstanbul'da olacağım ve bu çağrıya uyacağım. Çağrı'nın gerekçeleri benim de gerekçelerim olacak.

Ama Çağrı'nın çağrısı bu konferansla bitmiyor. Karşımızdaki görünümün sanat insanları açısından getirdiklerini bu vesileyle bir daha anımsatıyor: "Düzenin kendi mantığının bizleri yalnızlaşmaya ittiğini", "toplumsal sorumluluklarından uzaklaşan aydının kof ürünler" verdiğini, "toplumsal çürümeyi, kayıtsızlığı", bu ortamda "alımlayıcı"nın durumunu, "üretmenin zorlukları"nı, "sanatçının 'kim ve ne'den güç ve ilham" alacağı sorusunu ve sorununu..

Buradan, bu görünümden, bu toplumsal dokudan ve ilişkilerden umut devşirmeyi görev bilenlerden biri olarak, "Bu memleketin bereketi, ne yaparlarsa yapsınlar tükenmiyor", "Bu topraklara inancımız, kendimize inandığımız kadar.
Kendimize inanıyorsak, bu topraklara da inanacağız. Bu topraklara inanıyorsak, kendimize de inanacağız" diyenlerden biri olarak, tüm bunları tartışan yeni bir sanat yapıtından, Yeşim Ustaoğlu'nun şu sıralar gösterime giren Pandora'nın Kutusu filminden söz açıyor ve "bu toprakları düşünen, toplumsal yaşamı analiz etmeye soyunan, emek veren, düşünen, üreten bir sanatçıyı ve üretimini
suskunluğa kurban etmemek" için, Ustaoğlu'nun yalnız olmadığını göstermeye de çağırıyor bizi. Kriz koşullarındaki bir görevimizin de, aklı ve yüreğiyle üretmeye çalışan tüm sanatçılarımızın yapıtlarına bu çabayı göstermek olduğunu anımsatarak.

Çağrı'nın bu çağrısına da uyacağım. Gerekçeleri benim de gerekçelerim olacak.

Ve bu çağrılara bir de ben ek yapmak istiyorum. Efe Duyan'ın yeni yayınlanan ve

"tanımıyorum onu, / milyonlarca gazete küpüründen biri /birkaç saniye göz göze kalmanın dışında / tanımıyorum Engin Çeber'i, / aynı hüzünlü saniyeyi /

maske maske dolaştırıyoruz ölülerin yüzünde / adı ergin miydi acaba? "c"yle mi başlar yoksa soyadı? / ölüme ne zaman alıştık böyle, / yaşam ne zamandır /

bir yabancı dilde aranan tanıdık sözcük?" dizeleriyle başlayıp "hayat doluydun, kesinlikle / -bunu demeselerdi de bilirdik- / birazdan dolaptan bir şapka çıkaracağım / şapkasız çektikleri son fotoğrafın önümde / acaba ona benzer bir şey miydi taktığın? / bak işte, yine de tanımıyoruz hâlâ seni / seni ve engin çeber'in /unutulacak ölümünü" dizeleriyle biten "Engin Çeber'in Unutulacak Ölümü" şiirini okumaya çağırarak.

Nerde mi yayınlandı? "Aklı ve yüreğiyle üretmeye çalışan tüm sanatçılarımızın yapıtlarına" gösterilecek çaba bir yerden başlamalı!

[email protected]

www.blogcu.com/kemalozer

www.kemalozer.net