Bir Alıntı ve Bir Soru

Günlük türünde yazmaya 1963'te başlamıştım. Yola çıkarken ilk düşüncem, yaşadıklarıma dönüp bakarken birtakım ipuçları edinmekti. Yıllar yılları kovaladı, sayfalar birbirine eklendi. Başlarken kendim için düşündüğüm ipuçları, kendimle sınırlı olmaktan çıktı. İçinde bulunduğum koşulları, giderek içinden geçtiğim dönemleri de yansıtır hale gelmeye başladı. Benden bize doğru genişleyerek.

Ulaştığım birikim, o yüzden yalnız kendimle yüz yüze gelmek için dönüp baktığım bir toplam değil artık. Kimi zaman kitap haline getirmek için düzenlemek amacıyla, kimi zaman da anımsadığım bir yaşantı dilimine dönmek üzere bu toplama göz atmayı sürdürüyorum.

Şimdilerde yeni bir kitapta derleme hazırlığıyla son 10 yıllık toplama sık sık bakıyorum. Yakında göz attığım sayfalardan bir kesit, beni gündemde bulunan Nâzım Hikmet Akademisi çalışmalarıyla ilgili bir soru işaretine taşıdı. Daha önce de değindiğim akademisyen kavramı, bu vesileyle bir daha su yüzüne çıktı.

Nâzım Hikmet Akademisi tasarısında edebiyat bölümü için saptanan izlence taslağının, oldukça kapsamlı düşünüldüğü, hatta heyecan verici hedefler içerdiği rahatça söyenebilir. Ama aynı zamanda bu taslağı gerçekleştirmek, hedeflere ulaşmak sözkonusu olduğunda, yani uygulama aşamasında, görev alacakların niteliği ve bu nitelikte olanların saptanması işin bir başka boyutuyla yüz yüze getiriyor hemen.

Belki bu soru işareti sık sık karşıma çıktığı için, aşağıya alıntıladığım satırlarla karşılaşınca onları paylaşmaktan kendimi alamadım. Onları okuduktan sonra belki hangi akademisyen sorusuna çağrışım yoluyla da olsa bir yanıt getirir diye düşündüm.

İşte günlüğümdeki satırlar:

"Şiir Yaşamdan Uzak Artık" / Bir şiir kitabı dolayısıyla yazılmış yazının başlığı bu. Prof Dr Tuna Ertem imzalamış. Sözkonusu kitap: Açılmış Kanat. Ozanı Salih Bolat. Altı çizile çizile okunacak bir yazı. Ozanın ilk kitabı (12 Eylül'den hemen sonra yayınlanan) siyasal bir söylemle (biraz) çıkıyormuş karşımıza: "Dili daha soyut, genel ve kavramsal."

Sonraki kitabı (üçüncü) 'bireysel duyarlılığa, gerçek şiire' yöneliyormuş. Bireysel bir sorgulama başlıyormuş çünkü: İmgeler somutlaşıyor. 'Bir sorgulayıcı şiirsel duruş' ne getiriyor: Bireysel "çıkışsızlıklar", tıkanmalar, biraz varoluşsal, biraz da mistik bir hava.

Burada durup geriye dönüyor ve yeni okuduğum bir kitabı anımsıyorum: 1980'den sonra dünyada esen ve en sivri ifadesini postmodernizmde bulan şiddetli ideolojik rüzgâra göre, dünyayı bir bütün olarak algılamak ve anlamak olanaklı değil. Yaşamdan bir anlam çıkarmak da öyle. Yaşam, tek tek bireylerin bölük pörçük deneyim parçacıklarından oluşur çünkü. Anlaşılmayan bir dünyayı değiştirmeye çalışmak ise tümüyle anlamsız bir çabadır. Bu çabanın anlamsızlığı Sovyet sosyalizminin çökmesiyle doğrulanmıştır. Dünyayı bir bütün olarak açıklamayı ve değiştirmeyi amaçlayan sosyalizm ölmüştür. Anlaşılmaz ve anlamsız bir dünyada özlenebilecek, uğruna savaşım verilecek bir gelecek olamazdı, olmadığı da işte kanıtlandı.

Kitabın yazarı, hem bu ideolojik rüzgâra, hem de onun getirdiği şiire 'karşı durmak' gerektiğine inanıyor. Ona göre, dünya anlaşılabilir bir bütün olarak algılanıp yorumlanabilir ve şiir de bu dünyayı yansıtmalıdır. Şiir dünyayla ve insanlarla ilgili olmalıdır, sözcüklerle değil.

Yeniden durup bu sabah okuduğum yazıya bakıyorum: Yazının saptadığı değerlendirmeye ozan ne diyor? İlk kitaplarının, okuru duygulandırmak için yazılan şiirlerden oluştuğunu düşünüyor. Oysa, diye hemen ardından ekliyor, sanat her şeyden önce bir biçimdir ve bireysel bir etkinliktir. Şiir her şeyden önce dili biçimlendirmektir. Dayandığı bir sav giriyor burada araya: Anlam oluşturmak için şiir yazmak, şiirin dışına çıkarır bizi.

Peki, sanatın bir işlevi olabilir mi? Elbette, sanatın başlıca işlevi, etkilemektir. Nasıl bir etki? Ama bu etki, her sanatın kendi söylem biçiminin bir sonucudur.

Sözkonusu şiir olduğuna göre? Önce dil üzerinde konuşmamız gerekir. Şiirin malzemesi dildir. Dili oluşturan sözcükler, şairden önce ve onun dışında zaten vardır.

Peki, onları nasıl kullanmalı şiir yazmak için? Anlamların taşıyıcısı olan sözcüklerin kendilerini değil de, onların içindeki anlamı kullanarak şiir yazmaya çlışırsak, gerçekten şiirin dışına düşeriz.

Niye? Çünkü okuru duygulandırmak, okura duygu aktarmak bir yığın başka kolay yoldan yapılabilir.

Bu yargıya ulaşılması bir gözlem sonucu mu? Zaman içerisinde, "duygu"nun, Türk şiirinin bir zaafı olduğunu gördüm. Şiiri kuşatan ve gerçek yatağına girmesini engelleyen bir virüstü.

Ozanın, yazıdaki belirlemeye katıldığını da anlıyoruz: Evet, geriye doğru baktığımda, şiirimin genel ve soyut olandan, tikel ve somut olana doğru aktığını görüyorum.

Bugün geldiği noktada ise, yaşantıların eylemlerle anlatılmasından çok, anlamın görsel tasarımlarıyla, yani imgelerle yansıtıldığını görüyor.

Prof Dr Tuna Ertem, Salih Bolat'ın da gerçeğin gizemini çözmeye çalışan bir ozan olduğu kanısına varıyor ve ekliyor yazısının sonuna: Ama evren ve yaşam gerçeği içinde, yine de insanı selâmlayan bir ozan.

[email protected]

www.blogcu.com/kemalozer

www.kemalozer.net