Akademi Tanımı ve Nazım Hikmet KEMAL ÖZER

Mahmut Derviş'in ölümü üzerine yapılan "Filistin'in Nâzım Hikmet'i" yakıştırması üzerine düşündüklerimi belirten son yazımı bitirirken, o sırada aldığım bir habere değinmiştim.

Haber, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi çatısı altında tasarlanan bir girişime ilişkindi. Nâzım Hikmet Akademisi kurulmak isteniyordu ve heyecanla karşılanması gereken bir haberdi.

Bu girişim, çeşitli sanat dallarını kapsayacaktı. Benim elime ulaşan haberde edebiyat bölümü için saptanmış notlar bulunuyordu. Bu notlar, çok genel çizgiler içeriyordu ve üzerinde tartışıldıktan sonra kesinleşecek bir izlenceyi amaçlıyordu.

Notların ayrıntılarına geçmeden önce, iki kavrama öncelikle değinmek gereği duyuyorum. Bunlardan biri, doğrudan "akademi" kavramı, öteki de "kollektif" kavramı.

Akademi, akademisyen, akademik vb gibi kavramların bendeki görüntülerini anımsıyorum önce. Anılara götürüyor bu da beni. Yazmaya başladığımız yıllara ve o yılların bizde yansıyan özlemlerine.

O yılların yazar adayları olarak bir araya geldiğimiz vakit, sık sık gündeme gelen konulardan biri de dünyadan, bu arada özellikle Fransa'dan bize ulaştığı kadarıyla öğretim/eğitim dünyasının edebiyata gösterdiği eğilimler ve yaptığı çalışmalardı.

Bu çalışmaların klâsik döneme gösterilenlerinden çok, çağdaş yazarlara yöneltilenleri bizi heyecanlandırırdı. Çağdaş yazarların akademik çalışmalara konu edilmesini bizdeki durumla karşılaştırınca heyecanın yerini düpedüz özlem alırdı.

Bizdeki akademik çevreler, bildiğimiz kadarıyla ilgi göstermiyor, çağdaş yazarlar üzerine çalışmalar şöyle dursun, adlarını bile anmıyordu öğretim izlencelerinde. Sonraki yıllarda, kökten bir değişim olmasa bile, ilgi gösterilmeye başlandığını görerek karamsar yorumlardan uzaklaştık.

Yazılar yazılmaya, akademik çevrelerden o özlediğimiz ilginin ürünleri gelmeye başladıktan sonra, yıllar önce duyumlarını aldığımız ve özlediğimiz çalışmaların heyecanı, yerini sorulara, giderek düşkırıklığına bıraktı.

Akademisyen için bilgi, bilginin dışavurumu için sistemli hale getirilmesi önemliydi. Bizim o özlemini çektiğimiz çalışmalar ise bu bilgileri uygulamak için gerekliydi. Bir çeşit laboratuvar araştırması için.

Bunu yaparken akademisyenin bir edebiyat beğenisiyle davranması, edebiyat değerlerini ölçü olarak alması sözkonusu değildi. Nitekim çalışmaya konu edilen bir yapıt, çoğu zaman edebiyattaki yeri için ya da değeri için seçilmiş olmuyordu.

Buna karşılık, akademik çevrelerin çalışmalarıyla birtakım yazarların değer haline getirilmesi, sözü edilir olması, ona hak etmediği bir ilgi sağlaması gözlenebiliyordu.

1980 sonrasında bu gözlemleri haklı çıkaracak çalışmalar hızla arttı. Hatta akademik çevrelerden yoğun ilgi bir müdahale boyutu kazandı. Edebiyat üretimini doğrudan etkileyici hale geldi.

İşin daha da ileri aşaması, akademisyenliğin yazarlıkla kesişmesi oldu. Yazarların bir bölümünde akademisyen kimliğiyle yazarlık, yaratıcılık kimliği bir araya geldi.
Bunun ortaya çıkardığı sonuç ayrıca ele alınıp sorgulanabilir.

Bu çağrışımlarla baktığımda, akademi kavramının yeniden ele alınmasını önemsiyorum. Hele Nâzım Hikmet Akademisi denildiğinde bu daha da önem kazanıyor. Yeni bir akademi tanımı bu vesileyle gündeme getirilmeli.

Nâzım Hikmet'in üretimi yaşamsal canlılık içinde kavrayan, dolayısıyla sanatın ve sanatçının önünü sürekli açan sanat anlayışıyla, akademik bakışın uygulama alanı saydığı yaklaşımı reddeden yeni bir tanım.

[email protected]
www.blogcu.com/kemalozer