Yüzde 42'nin sırrı!

Neyi tartışıyoruz?

Türkiye solunun hacim ve etki sorununu nasıl çözeceğini tartışıyoruz.

Seçimi tartışmıyoruz, sandıktan çıkacak oyları tartışmıyoruz.

Esas olan emekçilerin örgütlü mücadelesidir. Bu mücadele yükselir, sonuçları sandığa da yansır buna karşılık gözle görülür bir seçim başarısı emekçilerin örgütlü mücadeleye ilgisini artırabilir, sosyalist hareketin siyasal gücünü pekiştirebilir.

Ama Türkiye'de sermaye sınıfına karşı mücadele, gericiliğe, emperyalizme karşı mücadelenin pivot noktası seçimler filan değildir.

Örgütlü halkın mücadelesine yaslanmadan milyonlarca oy alabilirsiniz (ki bizim ülkemizde devrimci karakterini koruyan bir partinin örgütlü bir mücadeleyi arkasına almadan belli bir oy eşiğini geçmesi neredeyse imkansızdır) ancak ülkedeki siyasal gelişmelere müdahale gücünüz zayıf kalmaya devam eder.

Örgütlü ve emekçi sınıflar içinde belli bir alanı tutan bir hareket ise seçmen bazında tek haneli oranlarda kalsa bile, dengeleri altüst edebilir, önemli bir siyasal parametre haline gelebilir.

Nicel büyüklükler önemlidir ama mutlaklaştırılamaz.

1991 yılında Sovyetler Birliği'ne son darbeyi vuran karşı-devrimci "ayaklanma", çok özenle hazırlanmış bir mizansenle tankın üzerine çıkan Yeltsin'i destekleyen birkaç bin kişinin marifetiydi. Ayaklananlar arasında ayakta duramayacak kadar sarhoş olanların da bulunduğu söyleniyordu. Karşılarında sosyalizmi yeniden ayağa kaldıracak bir güç olmadığı için bu tuhaf "ayaklanma" giderek traji-komik hale gelen bir sürece son noktayı koyuverdi.

Yıllar sonra, sağımızda solumuzda peydahlanan renkli devrimler de topu topu on bin, en kabası yirmi binlik kalabalıklarla yapıldı. Soros, "kitle" görüntüsü için bu kadar figüranı yeterli görüyordu, bütçenin geri kalanı basını, polis şeflerini, üst düzey subayları bağlamak için ayrılmıştı.

Bizim basınımızın "2 bin kişi toplandı" kalıbıyla sürekli küçük göstermeye çalıştığı sol gösterilerin yarısı kadar büyük topluluklarla "halk devrimleri" yapıldı ya da yaratıldı.

Büyük tarihsel dönüşümlerde sayı sayılmaz!

Ancak tarihsel dönüşümden ileri doğru atılımı anlıyorsanız, devrimci iddialarınız varsa belli bir nicel büyüklüğe ulaşmak zorundasınız.

Peki bütün bunlar geride bıraktığımız referandumla ilgili değerlendirmelerimize nasıl yerleştirilebilir?

Türkiye'de örgütlü solun öncelikle, on-on beş bin yeni kadroya, birkaç on bin yeni sempatizana, diyelim ki 50 bin yeni okura gereksinimi var. Böyle bir ölçek genişlemesi olmadan bugünün Türkiyesi'nde etkili bir siyasi güç haline gelinemiyor.

Öte yandan bu bir "iç mesele" de değil, kimse kimseyi beklemiyor, ertelenemeyecek görevler var, mücadele sürüyor. Sadece bir fikir olsun diye verdiğim tartışmalı sayılar bu görev ve mücadeleler açısından da büyük anlam taşıyor. Çok somut konuşacak olursam, böyle bir hamle AKP'yi paralize eder, ona yüklenen misyonu bozucu bir etki yaratır. Devamı gelir.

Peki bu nasıl gerçekleşecek?

Yüzde 42 diyoruz.

Yüzde 42'de biriken direncin önemine işaret ediyoruz.

Boykotçu Kürtlerin farklı bir bağlamda da olsa taşıdığı direnci de unutmamak gerek, buna da yarınki yazımda değineceğimi umuyorum.

Burada toplumsal bir olgudan söz ediyoruz. Yüzde 42'ye belli bir soyutlama ile yaklaşarak anlam kazandırmaya çalışıyoruz. Somuttan hareket edecek olursak, bu yüzde 42'nin içinde iflah olmayacak anti-komünistler, ırkçılar, parmağını oynatmaya hali kalmayanlar ve belki geçtiğimiz pazar günü son nefesini vererek umudunu teslim edenler de yer alıyor.

Varsayalım ki, titizlenerek ayıklama imkanımız oldu, bu yüzde 42'nin epey aşağılara çekileceğini hepimiz biliyoruz.

Biliyoruz da, ne zamandan beri toplumsal saflaşmalar bu şekilde ele alınıyor?

Sakın yanlış anlaşılmasın, aynı kefeye koymak gibi bir niyetim asla yok ama örneğin Lenin devrimden sonra "bizim arkamızda 10 milyon asker vardı" dediğinde aklımıza çakı gibi devrimci, bayağı sosyalizm için ölmeye hazır kızıl bir kitle mi geliyor?

Gelmesin!

Bizim referandum örneğinde "hayır"lara verdiğimiz değer son derece mütevazı: Burada bir direnç var ve bu direnç bir biçimde Türkiye'de sağ ve solun yeniden önem kazandığı bir sırada sola yazıyor.

Ayıklayalım peki…

Ama başa dönelim, Türkiye'de solun gereksinimlerinden söz ettik. Bu acil gereksinimin kaynağı neresi olacak?

"Hayır"lardan bunun çıkartılamayacağını söylemek için bayağı umutsuz olmak gerek.

"Hayır"lardan bu çıkar. Daha fazlası da.

Çünkü bir kez başlandığında, bugünün somutluğunda "başka" türlü görüntü verenler değişebilir.

Yüzde 42'yi devrimin şanlı yoluna sokmaya kalkmıyoruz anlayacağınız!

Ama emin olun, o mütevazı dediğimiz hedeflerin değeri 1 milyonluk mitinglerden daha çok.

Şimdi bize siyasetin sandıkta yapıldığını kabul ettirmek istiyorlar. Oysa en gelişmemiş burjuva demokrasilerinde bile, siyasi mücadele bu kadar sınırlanmaz. Bir protesto gösterisi yaparsınız, bir bakanı istifa ettirirsiniz. Bu da siyasettir. Eylem yaparsınız, bir zammı geri aldırtırsınız. Çok büyük bir miting yaparsınız, hükümeti devirirsiniz. Başbakanı, şunu bunu protesto edersiniz… Bunlar siyasetin parçasıdır.

Başbakanın protesto edilmesinin suç ilan edildiği bir ülkede protesto edenlerin sayısının artması çok önemlidir.

"Hayır"larda böyle bir keramet görmüyor musunuz?

O halde, iyi uykular...