Yerelliklerde cepheleşme...

Türkiye Komünist Partisi'nin "cepheleşme çağrısı"nın sol parti ve örgütler arası işbirliğini ilgilendiren boyutu mutlaka önemli. Bu bağlamda neyin yapılıp neyin yapılamayacağını görmek için fazla beklemeyeceğimizi düşünüyorum. Sol gerçekten de "zaman"la ilgili kredisini çoktan tüketmiş durumda. Hepimizin umudu ve çabası, ortak hedef ve değerler üzerinden gerçekleştirilecek ileri doğru bir hamleye itici güç olabilecek siyasal öznelerin birlikte hareket etmesidir.

Öte yandan, "çağrı"nın toplumsal dinamiklerle ilgili kısmı asla "sol içi tartışmalar"ın gölgesinde kalmamalı. Türkiye, arayış içinde olan ya da çaresizleştirilmiş emekçi kesimlerine uzanmak için ortaya çıkan fırsatları değerlendirmek konusunda işi ağırdan alıp, diplomasi yoluyla bir cephe yaratılamayacak kadar hareketli, oynak bir ülke.

Kimse kimseyi beklemiyor.

Parti ve örgütler arasındaki görüşmeler kendi mecrasında yürürken, "cephe"ye gereksinim duyan toplumsal kesimlerin bu fikre ısındırılması gerekiyor. "Cepheleşme çağrısı"nda zikredilen meclislerin bu açıdan son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Hangi format ve adda olursa olsun, Türkiye'de her tür gericiliğe karşı direnci örgütleyip onu geliştirecek olan bir cephenin merkezi doğrultusunu yerelliklerde yeniden üretecek güçlü taban örgütlenmelerinin yaratılması zorunlu gözüküyor.

"Yerelcilik"ten, her coğrafik birimin kendi gündem ve sorunlarına gömülmesine neden olacak ademi-merkeziyetçi bir yaklaşımdan söz etmiyorum. Odaklanma sağlanmadan direnç zaten oluşturulamaz. Tersine, taban örgütlenmelerine birbiriyle bağlantısı zayıf unsurları belli bir bütünlüğe kavuşturucu bir misyon da yüklenmeli.

Hiç kuşkusuz, Türkiye'de siyasal iktidarın uygulamaları, sermaye sınıfının sistematik saldırıları ve ideolojik planda kendini her geçen gün daha fazla hissettiren kuşatma topluma eşitsiz bir biçimde dağılmakta ve farklı gündemlerde farklı muhataplar yaratmakta. Devrimci siyasetin en kritik problemlerden biri olan yerel-merkez gerilimi ve bununla birlikte ölçek sorunu ihmale gelmez. Eğer bir cepheden söz ediyorsak, söz konusu eşitsiz dağılım ve farklı gündemler illa ki hesaba katılmalı.

Ancak eğer steril yaşam alanları yaratmak, hoşnutsuzları huzura kavuşturacak sosyalleşme kanalları icat etmek değilse derdimiz, bir cephenin yerel bacaklarının inisiyatif almadaki becerisi, "gündem ve proje icat etmek"ten çok, karşı cepheyi geriletecek ve tanımlanmış bir ölçekteki direnci Türkiye'nin bütününde sürmekte olan mücadelenin anlamlı bir parçası haline getirecek özgün araçlar geliştirmesiyle ölçülecektir.

Tam da bu noktada yerellikten merkeze giden yolun sanılanın çok ötesinde kısaldığı unutulmamalı. Bunun bir nedeni Türkiye'de yaşanan operasyonun tarihsel önemiyse, diğeri de operasyonun başat temsilcisi AKP'nin siyaset yapma tarzıdır. Erdoğan ve arkadaşları, o kadar tahammülsüz bir siyaset kültürüne sahiptir ki, toplumun değişik kesimlerinde ortaya çıkan tepkileri "bizim" çabamız olmadan biribirine bağlamakta ve derhal "düşman" ilan edivermektedir. Bugün bir çevre yağmasına karşı duran köylü ile TEKEL işçisini, YÖK'le hesaplaşan öğrenciyle işten çıkarmalara direnen emekçiyi yan yana getirmek için her şeyi yapan bir parti ile karşı karşıyayız.

En küçük bir direnç dahi istemeyen bir karşı-devrim cephesiyle mücadele, toparlayıcı, birleştirici, sadeleştirici ve ortak hareket etme becerisini geliştiren örgütlenme modellerine ihtiyaç duyacaktır.

Bu anlamda Türkiye'de her ölçekte, her yerellikte, aynı soruya yanıt aranmalı: Karşı-devrim cephesini nasıl geriletiriz?

Hiç zaman yitirmeksizin, ülkenin hemen her tarafında sorulan bu soruya ortak yanıt üretmek için kollar sıvanmalı. Tam zamanıdır.