Yedirmez (mi acaba)!

Daha geçenlerde siyasetçi bir dostumuzla konuşuyorduk, Erdoğan’ın “adam satmama”sı üzerine… Para ve çıkar üzerine kurulu bir siyaset kültürünün içinde bu “ahlak” ne anlama geliyordu, bunu tartıştık.

Evet bu aynı zamanda bir “ahlak”. Siyasi hesapların, siyasi pragmatizmin gereğinin ötesine geçen bir yaşam felsefesi:

“Biz bürokratlarımızı kimseye yedirmeyiz, sonuna kadar sahip çıkarız. Yol arkadaşlarımıza vefasızlık bizim kitabımızda yok. Bunun içinde Genelkurmay Başkanımız da var, MİT Müsteşarımız da var siyasilerimiz de var.” Hakan Fidan’la ilgili olarak dün aynen bunu söylemiş Başbakan.

AKP’nin zorlu bazı başlıklarda “sağlam durması”nın nedenlerinden biri kuşkusuz “lider”lerinin bu tavrı. Kolay kolay cami avlusuna terk edilmeyeceklerini biliyorlar. Bunca süre içinde mutlaka dışlananlar oldu ama ilginç bir biçimde gündemden düştüler, etkisizleştirildiler. Abdüllatif Şener bir yana -ki onun da bir ara iddia edildiği gibi Türkiye siyasetine damga vuran isimlerden biri olamadığı açık, AKP’li eski bakan ve parti yöneticileri içinde rütbeleri sökülenlerin her biri düşük profil gösteriyor.

Ancak sayıları az bunların. Rütbeleri sökülüyorsa da iktidarın akçalı olanaklarından aldıkları paya dokunulmuyor, vefa orada da geçerli!
Kimin kenara konacağına ise ne hukuk, ne toplumsal baskı karar verebiliyor. Erdoğan, birisinin yükseltilip aşağı indirileceğine ancak kendisinin karar vereceğini özellikle hissettiren bir siyasetçi.

Bunun istisnalarından biri Kemal Kılıçdaroğlu’nun kişisel kariyerine epey olumlu etkisi olan Dengir Mir Mehmet Fırat’ın tasfiyesi. Ancak o örnekte, Erdoğan’ın kamuoyunda açık bir hesaplaşmaya girip sonra madara olan Fırat’a kişisel olarak da çok kızgın olduğunu unutmamak gerekir.

Otoriter bir siyaset tarzından söz ediyoruz. O halde ahlak bunun neresinde?

Başbakan’ın siyasal uslubunu parçalara ayırmak, şuraya kadar “rol”, şuraya kadar “inanç” demek saçma. Ancak Erdoğan’ın “doğrusu” gerçekten bu. Karşımızda geri de olsa bir “ahlak” var. Kontrolden çıkan bir “ben”in etrafını oburca yiyip yutmasından sonra, onları kendinden bilmesi, kabullenmesi, koruması, kıyamaması…

Bu “ahlak”, kelle vermeye başlamanın kendi sonunu hızlandıracağına ilişkin bir siyasi kavrayışla birlikte ele alınmalı elbette. AKP’deki lider kültünün biraz da kendisine sonuna kadar sahip çıkacağını bilen kadrolar tarafından yaratıldığı notuyla birlikte… Erdoğan’ın kadrolar üzerindeki sözünün daha oldukça aşağı kademelerden başladığını ve birçok kişinin henüz ünlenmeden önünün kesildiğini hatırlayarak…

Şimdi sorun şu: Erdoğan bir değil, oldukça fazla kişinin yükünü taşıyarak yoluna devam edebilecek mi? Hakan Fidan, Ahmet Davutoğlu, Melih Gökçek, Suat Kılıç, Egemen Bağış, Hüseyin Çelik, Ankara ve İstanbul valileri, Genelkurmay Başkanı… Liste bayağı uzun. İç ve dış politikada teorik olarak “bittiği”ni söylediğimiz bir lider olarak Erdoğan, safralardan kurtularak ömrünü uzatabilir mi? Ya da savunmayı en zayıfları da içine alan bir çapta kurup, cephe dağılıncaya kadar dövüşmeyi becerebilir mi?

Daha önce, halkın diktatöre karşı mücadelesinin yükseldiği uğraklarda, örneğin liselilerin sınav kepazeliğiyle sokakta hesaplaştığı dönemlerde hükümeti “feda”ya zorlamanın, yani eğitim bakanını istifa ettirmeye dönük taleplerin hem ahlaki hem de hukuki açıdan meşru, siyasetense etkil bir yol olduğunu söylüyorduk.

Şimdi Erdoğan’ın gücünü kısıtlamaya kalkanlar, buna odaklanacak ve Erdoğan’ın etrafındaki koruma halesini kırmayı deneyecekler. Erdoğan’ı yaratanlar. Dışarıda ve içerideki halk düşmanları.

Oysa, yukarıdaki listenin muhatabı doğrudan halk!

Ve madem Erdoğan büyük laf ediyor, “biz adamımızı yedirmeyiz” diyor, buradan devam edilmeli. Sahip çıktığında da, sattığında da kaybetmeli, “bu adamları nereden sardım başıma” noktasına gelmeli!