Ukrayna, Venezuela, Türkiye...

Birbirinden farklı üç kapitalist ülke… Üçünde de kitle hareketlerinin iktidarları zorladığına tanık oluyoruz. Ancak bu hareketler arasında bir doğrultu ortaklığı yok. Tek benzer noktaları verili iktidara karşı gelişmeleri.

Bu benzerlik nedeniyle kimileri onları aynı çuvala koyuyor, direngezi, direnkiyeve dönüşüyor, sonra aniden Karakas’taki devrimcilere selam çakılıyor! Bir yanı, akıl tutulması…

Diğer yanı bilinçli bir çarpıtma.

Eski Sovyet cumhuriyetlerinden Ukrayna’da, Rusya Federasyonu ve Batılı emperyalist güçler arasındaki çekişme bir kez daha kanlı bir hesaplaşmaya dönüşmüş durumda. Moskova’nın desteklediği Yanukoviç iktidarının sınıf karakterine ilişkin bir kuşku olmasa gerek. Ülkede işsizlik ve yoksulluk almış yürümüş, emeğin hakları gasp edilmiş durumda. Kuşkusuz, Almanya ve ABD tarafından desteklenen muhalefet saflarında mücadele edenlerin önemli bir bölümü, yaşam koşullarının olumsuzluğu nedeniyle sokağa çıkıyor, ölümüne dövüşüyor. Ancak meydan Sorosçu, monarşi yanlısı, milliyetçi, faşist güçlere kalmış durumda. Bırakın devrimci bir yönelimi, Ukrayna’nın başkentinde ciddi ciddi karşıdevrimci bir hezeyan var. Bu hezeyan, dış müdahaleye, hatta bölünmeye davetiye çıkarıyor.

Buradan devrim, halk hareketi filan çıkmaz. Ancak mevcut iktidardan da halkçı bir yönetim çıkmaz. Ukrayna’da eğer komünist güçler yönetime karşı tepkileri sağlıklı bir kanala aktarabilip, taraflaşmayı Batıcılık-Slavcılık ekseninden kurtarabilseydi, bugün sokaklarda bambaşka bir mücadele yükselirdi. Bu saatten sonra, emekten yana güçler devreye nasıl girer, bilinmez. Tek söylenebilecek olan, insanlığın bu tür ikilemlere mahkum edilmemesi için her zaman uyanık olunması gerektiğidir.

Ukrayna’daki barikatlardan heyecanlananlara gelince… Biraz tarih okusalar iyi olacak!

Gelelim Venezuela’ya… Bolivarcı Venezuela’nın devrim sürecinin neresinde olduğu yıllardır tartışılıyor. Hatta ülkeye sıklıkla sosyalist deniyor. Ancak Venezuela’da bugün hüküm süren, açık bir biçimde kapitalist ekonomidir. Bazı kısıtlamalara karşın büyük tekellerin ekonomideki egemenliği korunmaktadır ve aslında yönetim karşıtı toplumsal güçlerin arkasında bu önemli kâr kapısını bırakmak istemeyen uluslararası şirketler yer almaktadır. Bunun yanı sıra, yüksek işsizlik ve enflasyon, eşitsizlikleri sınırlamak konusunda önemli başarılar elde eden Chavezci iktidarı ciddi biçimde tehdit etmektedir.

Ukrayna’dan farklı olarak, bugün Venezuela’daki iktidarın halkçı bir karakter taşıdığı açıktır ve özel sektörün hareket serbestliğini kısıtladığı oranda bu iktidar ülkeyi ister istemez kesin bir hesaplaşmaya doğru götürmektedir. Kesin hesaplaşma anında, yönetimin uzlaşmacı, sağcı unsurları ile devrimciler arasında bir ayrışma beklenebilir. Böylesi bir hesaplaşmadan kaçınma çabasının ise Venezuela’yı kapitalizmin ve ABD’nin insafına terk etmekten başka anlamı olmayacaktır.
Zaten Chavez’den sonraki lider Maduro bu yol ayrımının baskısını fazlasıyla hissetmekte, sermayeye karşı hamle yapmakta geciktikçe, geniş toplumsal kesimlerdeki hoşnutsuzluğun arttığını, böylece ABD’nin istismar edeceği hassas koşulların olgunlaştığını görmektedir.

“Denge” halinin uzun zaman devam etmesi düşünülemez.

Bütün bu söylenenler bir yana, bugün Maduro karşıtı güçlerin sınıf karakteri de, ideolojisi de bellidir. Amerikancı ve karşıdevrimci bu güruha “polisle çatışıyor” diye sempati besleyenler yarın Türkiye’de de antikomünizmin en hararetli destekçileri olacaklardır.

Türkiye’de ise Haziran Direnişi’nden “liberal” beklentilerin olduğu, bu hesabın Türkiye solu ve halk kitlelerinin ideolojik yönelimleri sayesinde bozulduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor. Ancak, kimi aktörlerin bilerek ya da büyük sorumsuzlukla bu ideolojik güvenceyi, yani aydınlanmacılığı ve yurtseverliği “tehdit” olarak göstermeye kalkması ve Haziran’a ilişkin ısrarla farklı bir algının yerleşmesi için çaba harcaması, yakın gelecekte Türkiye’de “renkli devrim” girişimlerinin söz konusu olabileceğini düşündürüyor.