Türkiye’yi Bekleyen Tehlike!

Devam yazılarını hep riskli bulmuşumdur, okur açısından da sıkıcı. Bizim soL'da da yazar arkadaşlarımız arasında da zaman zaman bu yolu seçenler var, benim görüşüm, son derece önemli yazılar zaman zaman gözden kaçıyor, sırf bu nedenle...

Bunları diyorum ama kendim de yapıyorum. Defalarca "filanca konuya gelecek yazıda devam edeceğim" diye sonlandırdığım yazıdan sonra yalancı çıktım. Burası Türkiye, senin neyine yazı konusunu günlerce önceden belirlemek! 15 gün oldu hâlâ Dünya Solunu Bekleyen Büyük Tehlike'nin sonunu getiremedim. Çünkü Türkiye, bir süredir "dünya solu bekleyiversin" diyor. İşin gerçeği, yaşadığımız ülkeden bakınca, tehlikenin büyüğü Türkiye'de...

Bunu ilk kez yazmıyoruz, Türkiye Kürt sorununda siyasetsizliğe mahkum durumdadır. Türkiye'de bugün hükümetin öyle ya da böyle bir dış politikası vardır, bir ekonomi politikası vardır, daha alt başlıklarda bir enerji politikası vardır, bir sağlık politikası vardır. Her tür demagojik perdeleme girişimine karşın bütün bunların doğrultusu bellidir, bu politikalara karşı çıkanların da söyledikleri üç aşağı beş yukarı ortadadır.

Kürt sorununda elde ne var?

Savaş da bir politikadır ama bir amacı varsa... Bugün asker dahil kimse "Kürt sorunu sadece silahla çözülür" demiyor. O halde bunca baskı, kan, gözyaşının göze alınmasına neden olacak bir stratejisi mi var hükümetin ya da devletin? Yok. Dönüyor dolaşıyor, inkarcılığa, imhacılığa, "en iyi Kürt Türkü kutsayan Kürt, boyun eğen Kürttür" söylemine geri geliyorlar. Tiksinti verici....

Bunun karşısında bir politika var mı? Barış ve kardeşlik sözcüklerinin değersizleştiği bir coğrafyada yaşıyoruz. İnatla ve tutarlılıkla savunulan bir politika hemen herkesin bilincine çıkıyor mu? Savaş da, barış da siyasetin başı-sonu olamaz. Dolayısıyla savaş-barış ekseninde bir saflaşma bir gün, iki gün idare eder, sonrasında gerçek soru ortaya çıkar: Biz ne istiyoruz?

İsim, örgüt, parti önemli değil... Şu anda Kürt halkının siyasal iradesini temsil etme iddiasını taşıyan öznelerin "biz ne istiyoruz"a yanıt oluşturacak tutarlı ve ısrarlı bir politikaları var mı? Her bir demecin bir öncekini çeldiği, her bir eylemin bir diğerine soru işareti koyduğu bir süreçten politika çıkar mı?

Bir örnekle devam edelim...

Siyasette program kadar önemli bir olgu da, taraflaşma stratejinizdir. Aslında bu programdan çıkar ama onun çerçevesini sürekli zorlar. İttifaklar, işbirlikleri, dostluklar, düşmanlıklar... Kabul etmek gerekiyor ki, bunlar oynak kavramlardır, mutlaklaştırılamazlar. Bununla birlikte siz hiç "taraflaşma" konusunun Kürt sorunundaki kadar boşlukta kaldığı bir başka örnek gördünüz mü?

Barzani ve Talabani, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetici sınıfının müttefiki midir, değil midir? Başka başlıklarla, örneğin dış politika alanında sık sık karşılaşılan eksen kaymalarıyla karıştırılmasın. Sorduğum soru, Türkiye ile Yunanistan müttefik midir, değil midir sorusuna benzemez. Çünkü son tahlilde yanıt bellidir: Türkiye ile Yunanistan aralarındaki sorun ve rekabete karşın müttefiktir.

Barzani ve Talabani için sorduğum sorunun ise son tahlilde ya da herhangi bir tahlilde yanıtı yoktur! Burjuva düzenimiz hükümetiyle, askeriyle, medyasıyla, sivil bürokrasisiyle Iraklı Kürt liderler konusunda bir politika geliştirememektedir. ABD bir yöne doğru ittiriyor, Türkiye de bunu kabulleniyor ama olmuyor. Çünkü ortada bir politika yok!

Peki Türkiyeli Kürt siyasetçilerin, birlikte hareket edenleri kastediyorum, Talabani ve Barzani için ne düşündükleri belli midir? Hain, dost, amca, ajan, önder?.. Hangisi, gerçekten izleyemiyorum.

Politika olmazsa gündelik pozisyonlarla hareket edilir. Ancak işin içinde milyonlarla sayılan halklar, çatışma, düşük ya da yüksek yoğunluklu savaş ve emperyalist planlar varsa... Gündelik pozisyonlarla idare edilen "siyaset"ten elbette yıkım çıkar.

Türkiye'de halklar arasında bir çatışmanın önündeki engel olarak MHP'nin görülmeye başlaması (bunu iddia edenler arasında artık bazı "sol liberaller" de var), yıkım olasılığının boyutlarını göstermiyor mu? Halkların kardeşliği kurda mı emanet edilmiş durumda?

Defalarca söyledik, Kürt sorununda ABD'nin bir politikası var, oynamalar oluyor ama tutarlı ve ısrarlılar. Avrupa Birliği'nin, daha ürkek de olsa, son dönemde Almanya'nın kendine özgü açılımlarıyla rota değişikliklerine zorlansa da, yine bir Kürt politikası var.

Bu kadar.

Yıkım olasılığı da aslında buradan kaynaklanıyor. İçerdeki politikasızlık, emperyalizmin elini güçlendiriyor ve Kürt sorunu bir enstürmana dönüşüyor.

Şimdi mesele şudur Dün TKP tarafından yapılan açıklamada derhal bir "soğuma" gereksiniminden söz edilmişti, bu yaşamsaldır. Yaşamsaldır, zaman kazandırır ama zaman iyi kullanılmazsa, kardeşlik yine kurda emanet duruma düşer!

Soğuma derhal sağlanmalı ve sonra şu sorulara açık yanıtlar verilmelidir.

Türk ve Kürt halklarının birlikte yaşamak dışında bir seçenekleri var mıdır?

Türk ve Kürt halklarının eşit, birbirlerine üstünlük kurmaya çalışmadıkları, milliyetçi önyargılardan uzak, gerçekçi bir çözüm üretmeleri için gerekli siyasal zemin nasıl oluşur?

Kürt sorunundan kendi başına bir politika çıkamıyorsa, kardeşliği, barışı ve birliği sağlayacak olan program, dünya ve Türkiye'nin diğer meselelerine (emperyalizm, piyasacılık, gericilik başta olmak üzere) nasıl yaklaşmalı?

Bugünkü tıkanma, sermaye düzeninin ilk soruya dahi yanıt vermekte isteksiz olmasından, Kürt hareketinin ise bu isteksizliğe "seçenek" üretmeye kalkarak karşılık vermeye kalkmasından kaynaklanmaktadır. Politika üretememenin ve daha genel olarak Kürt sorununda Türkiye'nin siyasetsiz kalmasının nedeni budur.

Bugünkü düzenin nefesi ilk soruda kesilir. Ondan diyoruz, "Kürt sorunu hele bir çözülsün" gerçekçi politika değildir diye...

O halde diğer sorulara yanıt vermeye cesaret edenler, sözünü cesurca söylemek durumundadır. Bu söz söylenemezse, yıkım er ya da geç gelecektir!

[email protected]