Türkiye Erdoğan'a nasıl katlandı?

Başlığı "kabahat kimde" diye atabilirdik kuşkusuz. Yazıyı bayağı uzatır suç zincirinin bütün halkalarından söz etmek. Ancak yine de vaat yarışına girildiği şu seçim atmosferinde diktatörü bugünlere taşıyanın ne olduğuna bir bakmak gerekiyor.

İşin içinde emperyalist ülkeler var mı, var! Amerika Birleşik Devletleri de Avrupa Birliği'nin Erdoğan'ı son yıllara kadar nasıl hararetle desteklediğini hepimiz biliyoruz.

Patronlarımızın da ağzı kulaklarındaydı. Laiklik meselesi üzerinden bir gerilim istemiyor ama AKP'nin "tüccar kafası"ndan çıkan cin fikirlerden heyecanlanıp yüksek kâr oranlarının kokusunu hissederek mest oluyorlardı.

Silahlı Kuvvetler, Milli Görüş geleneğini ortadan ikiye bölmekten ve daha "bağnaz" bulduğu Erbakan tayfasının zayıflamasından hoşnuttu. Nasılsa Erdoğan ve arkadaşları modernleşiyor, sistemle barışık hale geliyordu.

Ana muhalefet partisi, Baykal liderliğinde de Kılıçdaroğlu döneminde de "rejim sorunu" çıkarmamak konusunda pek titiz davranıyor AKP'nin meşruiyetini asla sorgulamıyordu.

Kürt ulusalcılığı ise Erdoğan'a en kritik anlarda hep destek verdi, bunu kendileri de "sizi biz kurtardık" diye formüle ettiler hiç çekinmeden. Üstelik bu sonraları olmadı, başından beri AKP'yi kollayan bir tutum geliştirdi Kürt hareketi ve öyle devam etti.

Yetiyor mu?

Normalde yeter de artar bile... Ağır toplar karar vermişti bir kere AKP'nin önünü açmaya...

Ancak işin içine solu katmak durumunda kaldılar. Solu ikna etmek, deyim yerindeyse suç ortağı haline getirmek gerekiyordu.

Neden acaba?

Solun kafası karışmasa ve baştan itibaren daha geniş bir sol kesim AKP karşısında net ve kararlı dursa, AKP riskini göze almazlardı çünkü uçlarda gezinen bu gerici parti, solun toplumsallaşma kanalını derhal genişletirdi.

Zaten, Türkiye'de düzen siyasetinin yeniden yapılandırıldığı, işçi sınıfı ve gençliğin hareketlendiği 1960'larla birlikte, burjuva iktidarlarının asıl meselesi çoğunlukla sol olageldi. Ya sol rüzgardan rol çalmak, ya solu ezmek ya solu kandırmaktı dertleri.

Çünkü sol oyunu bozar; bozabilir.

CHP'nin İnönü'den Ecevit'e geçişi solu durdurmak içindir. Böyle bir misyona denk düşmese, büyük sermaye ve emperyalist merkezler Ecevit dalgasına bir gün bile tahammül etmezdi.

Faşist hareket ve dinci hareket; solu oyalamak, kana ve karanlığa boğmak için 1970'ler boyunca sokağa yöneltildi.

12 Mart da, 12 Eylül de solu budamak için gerçekleştirildi ve her ikisi de solun Kürt sorunundaki ağırlığını ortadan kaldırmayı bir yan hedef olarak gözetti.

Son olarak AKP projesi, solun bir bütün olarak kendi karşısında konumlanması durumunda hemen çökerdi.

Bütün bunlarda bir üst akıl var mıdır?

Boş verin bunu...

Sermaye sınıfının bu kadarcık deneyim ve gücü var.

Peki sola nasıl bulaştırıyor, solun kafasını nasıl karıştırıyorlar?

Aracı kullanarak!

Bu aracıların hepsi kötü niyetli değil. Ancak ideolojik açıdan liberalizm belirlenimli binlerce akademisyen, sanatçı, gazeteci, yazar dolanıyor ortalıkta. Bunlar özgürlükçü olabilir, demokrat geçinebilir, zaman zaman pek güzel laflar edip çok doğru şeyler yapabilir. Ama son tahlilde, bu düzene yerleşmişlerdir ve çoğunlukla anti komünisttirler.

Solun doğrudan temas kuramadığı "etkili" çevrelere girip çıkarlar, çoğunun iş dünyasından arkadaşı vardır, bürokraside bağlantıları vardır, yurt dışındaki akademik çevrelerde itibar görürler, vakıflarla iş yaparlar, medyada durup dururken yükseliverirler.

Sol bunlar karşısında çeşitli nedenlerle acizdir. Çünkü akıl, bilgi bunlardadır, daha doğrusu öyle sanılır; solun devletle karşı karşıya gelişlerde yardım için bunların kapısını çaldığı görülür, bir de kendi kendilerini jüri tayin eden bu katmandan yüksek not almak için yaranmaya çalışır sol onlara.

AKP'yi solun aklına sokan işte bunlardır ve gerçekten iyi çalışmışlardır.

Çıkarılacak sonuç şudur: Türkiye solu bunların tamamından kurtulmalı, gerekiyorsa yalnızlaşmayı göze almalıdır. Bunların sola hiçbir yararı yoktur. Zararları ise sanıldığının çok üstündedir.

Bunlardan kurtulmayı istemeyenler ise ise zaten sol değildir.


* Günlük soL'un 5 Mayıs 2015 Salı tarihli sayısında yayımlanmıştır.