Türkiye bir kırılma noktasında…

Kemal Okuyan'ın "Türkiye bir kırılma noktasında…" başlıklı yazısı 12 Ocak 2013 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Adalet ve Kalkınma Partisi sıkıştıkça daha cüretli hamleler yapıyor, daha fazla risk alıyor. Hem iç hem de dış politikada artık dönüşü olmayan bir yola girdiler. Dolayısıyla İkinci Cumhuriyet dediğimiz yeni düzenin istikrara kavuşup normalleşeceğini düşünenleri büyük bir hayal kırıklığı bekliyor.

Bu saatten sonra olmaz!

“Sınırları kaldıracağız” diyen bir dışişleri bakanıyla hangi normalleşmeden söz ediyorsunuz?

İşin aslı, Türkiye, “Kürt sorununda çözüm” beklentisinin yarattığı iyimserlik havasından yararlanılarak Yeni Osmanlı fantazisinin en tehlikeli evresine sokuluyor.
ABD’nin başka dertlerle uğraştığı ve Ortadoğu’ya asker yetiştiremediği, İran ve Rusya gibi güçlerin de daha fazla gerilemek istemediği bir rekabet ortamında AKP Türkiyesi kendine alan açmaya çalışıyor. ABD’ye ihtiyaç duyduğunu vermek ve karşılığında oldukça büyük bir “hediye” almak.

Çok iddialı olacak ama AKP’nin yıllardır bir kenarda duran “Türkiye’yi bölerek tasfiye etme” planını “Türkiye’yi büyüterek tasfiye etme” biçiminde revize ettiğini söyleyebiliriz. Daha önceki, emperyalistlerin her zaman bir seçenek olarak gündemde tuttuğu, denediği ama hayata geçmesi ciddi güçlükler içeren bir plandı. Ulusalcıların paranoyasından ibaret filan da değildi.

Şimdi ise, Türkiye’nin genişlemesi, büyümesi, belli bir coğrafyayı kapsaması gündeme getiriliyor. Kimileri Misakı Milli sınırlarına kavuşma diyor, kimileri Osmanlı’ya geri dönüş…

Ne ad verilirse verilsin, bu doğrultudaki adımlar Türkiye’nin fiziki tasfiyesi anlamına gelir.

Her şeyden önce, Türkiye genişleyemez, büyüyemez. Türkiye’nin toplumsal dokusu kanlı, uzun sürecek savaşları kaldıramaz, bu coğrafya nereye evrileceği belli olmayan bir kaosun içine yuvarlanır, sonuçta Türkiye dağılır. Dışişleri Bakanı’nın “sınırları kaldıracağız” manyaklığının gerçek karşılığı budur.

Peki demokrasi adına, özgürlükler adına denemeye değmez mi?

Statükocu, Kürtleri ezen bir Türkiye yerine, farklı uluslardan oluştuğu gerçeğini kabul eden, bu gerçek üzerine kurulmuş yeni bir bölgesel gücün ortaya çıkması daha tercih edilir bir şey değil mi? Bir kez böyle bir güç ortaya çıktıktan sonra onu iyileştirmek, hatta solcu, halkçı bir iktidara evriltmek daha kolay olmaz mı?

Adaletsizlik ve zorbalık üzerine kurulmuş, emperyalistlerin açık desteğini alan hiçbir projeden insanlığa fayda gelmez. Bu nedenle sürecin belirsizliğini onun devrimci bir mecraya evrilebileceğinin de kanıtı olarak görmek büyük bir yanlış olur.

Evet, süreç belirsizliklerle dolu ama ona sol adına müdahale etmek, sürecin doğrultusunu ve sürükleyici öznelerini iyi kavramakla mümkün. Bugünkü doğrultudan sadece ve sadece maraz doğar!

“Sürecin bir kulpundan da biz tutarsak kazanırız”dan hayırlı bir şey çıkmaz. Sürecin hızla kırılma anına doğru yaklaşıldığını hesaba katmak ve 1920’lerde çeşitli nedenlerle ağırlığını koyamayan “sosyalist seçenek”e yaşam alanı açmak için çare arayan geniş yığınlarda farklı bir gelecek algısı yaratmaya odaklanmak gerekir. Bu kanlı bir boğazlaşmanın sonuçlarını da hafifletecek tek yoldur.