Tetikçiler

Tetikçinin kaderidir harcanmak. Kirli, pis, uygunsuz işleri üstlenerek birilerine hizmet eder, çoğunlukla açıktan sahip çıkan olmaz, ama bilir ki sırtı sıvazlanmaktadır. O kadar. İnsan kullanan, kullanılana asla değer vermez. 

Tetikçi, işi bittiğinde unutulan ya da kurban edilendir.

Birini öldüren için de, siyaset ve düşünce alanında “dehşet” saçan için de geçerli.

Yıllar önce “özelleştirmelere hayır” dediğimizde “siz kapitalist devletten yanasınız” diyenler tetikçiydi örneğin. Hoş onları kullananlar daha “ince” bir şey söyleyemiyor, “bu kadar büyütecek ne var”la yetiniyordu. Ne fark ederdi, bir işletmenin kamu malı olmasıyla özel sektörün elinde olması! Tetikçiler için alan açılıyordu anlayacağınız. Şimdi aynı kişilerin elinde taşeronlaştırma filan sakız oldu; “siz kapitalist devletten yanasınız” aptallığı unutuldu gitti.

Biz unutmayız. Kin tuttuğumuzdan değil. 150 yıldır Marksizmle, komünizmle mücadelenin “sol”dan militanlarının yöntemleri aynı. Uyanık olacağız...

Avrupa Birliği’nin emperyalist bir proje olduğunu gerçeğini dile getirdiğimizde tetikçiler yine işbaşındaydı. “Siz statükoyu savunuyorsunuz”la üste çıkıp kendilerini devrimci bizi mevcut düzenin bekçisi durumuna düşüreceklerdi akıllarınca. AB üyelik süreci Türkiye’yi sarsacak, devrim için koşullar olgunlaşacaktı! Efendileriyse “iki Avrupa var; biri emperyalistlerin, diğeri emeğin” noktasındaydı. Tetikçinin argümanı da, tetikçi de unutuldu, AB savunucuları ise kendilerine başka meşgaleler buldu, nasılsa kimse bir şey hatırlamıyordu.

Ergenekon sürecinde tetikçiler işi büyütüp hep birlikte AKP adına çalıştı. Hoş, Erdoğan her şey olup bittikten sonra “bizi de kullandılar” dedi, böylece “alt taşeronluk” gibi bir durumla karşılaştık. Erdoğan solcuları, Cemaat Erdoğan’ı kullanmıştı. Vah ki vah! “Bu işten demokratikleşme, özgürleşme çıkmaz” dediğimiz anda tepemize üşüşüp “sizi gidi faşistler” diye bağırıp çağırıyorlardı, şimdi arada sırada AKP’ye de “faşist” diyerek eğleniyorlar.

En büyük alçaklığı Türkiye amansız bir gericileşmeye konu olurken laiklik, aydınlanma gibi kavramlara deli gibi saldırarak yaptılar. Sahipleri “halkın değerlerine sahip çıkılmalı” derken, tetikçiler laiklik savunusunu “darbecilikle” yaftalamaktaydı. Dinselleşme her yanı sardı, mızrak çuvala sığmadı, halk öfkelendi, baktılar eskisi gibi devam edemeyecekler, “gerçek laiklik” diye bir şey peydahlayıp tetikçileri başka bir sahaya sürdüler.

Arap Baharı’nda “bu devrim değil, kendinize gelin” demiştik, “size de bir şey beğendiremiyoruz” ukalalığının arasından ateş edenler “her taşın altında emperyalizm arıyorsunuz” mermisini kullanmaktaydı. Sonra ne oldu? Baharın ilk günlerinde Kaddafi diktatörlüğüne karşı Libya Devrimi’ne selam çakanlar, tetikçileri kaderlerine terk ederek “Amerikan planlarını bozmak” gibi büyük laflar etmeye başladı.

Aynı baharın uzantısı Suriye’de “Esad diktatörlüğü” ve “muhalif devrimci güçler” söylemi ile “Esad’a da karşıyız” dengeciliği gerici-Amerikancı terör grupları karşısında tereddütsüz konumlanış içine girenleri susturmak için kullanıldığı sürece, aynı kapıya çıkıyordu. 

Zaten bir noktadan sonra ayrım filan kalmadı. Değerler, ilkeler bir bir ayaklar altına alındı ve...

Ve... Bugün tarihimizin en yoğun liberal saldırılarından birine tanık olurken, bir kısım sol artık sadece ve sadece tetikçilerden; kamuflaj için kullanılan kızıl bayrakların arasından devrim diyene, sosyalizm diyene, emperyalizmi işaret edene yaylım ateşi açan tetikçilerden ibarettir.