Tek adam yönetimi…

Bilim insanı diyoruz, bu yerleşti, tek insan yönetimi demiyoruz; tek adam yönetimi, yakışıyor! Tek kadın yönetimi hiç olmuyor. Oysa dünyanın iki iddialı emperyalist ülkesinin, Almanya ve İngiltere’nin başında kadınlar var. Merkel ve May, üstelik bayağı otoriter kişiliklere sahipler.

Geçen bir televizyon programında izleyici sorusu olarak geldi, “komünizmde tek adam yönetimi var, nasıl olacak bu anlattıklarınız” diye. Komünizm bir süreç, bir gecede olmayacak ama olduğunda bugün anladığımız anlamda bir yönetim, başkanlar, şefler filan olmayacak… Bunu dedim ama daldım gittim açıkçası, 16 yıldır AKP iktidarını yaşayan, Erdoğan’a tanık olmuş bir vatandaş, son derece samimi bir biçimde “komünizm tek adam rejimidir” türünden bir algıyla sorguluyordu söylediklerimi.

Sonra program bitti, havaalanına geldim, belli aralıklarla ekranlar konmuş; altı değişik kanal saydım, bunların beşinde Erdoğan konuşuyordu, diğerinde de Erdoğan’ın artığı Bülent Arınç. İstiflenmiş gazetelere gözüm takıldı ardından, yedi çeşitti, hepsinde aynı tat, Erdoğan’dan günün sözü manşetti. Ha havaalanına gelinceye kadar devasa Erdoğan afişlerini unutmayalım.

Ve bu ülkede komünizmle vatandaşın arasına tek adam korkusu girmişti!

Tek adam, sansür, biri bizi gözetliyor…

Gerçekten çok düşündüm bu “tek adam” meselesini.

Belki başka bir yönden yaklaşmak gerekiyor konuya.

Kapitalizm, yani mevcut sömürü düzeni toplumun gözüne gözüne “lider” sokuyor. Siyaset “başkan”lar üzerine kurulu. Yıldızı parlayanlar, yıldızı sönenler ama ille de yıldız! Peki hiç düşündünüz mü, bunların kalitesi neden hiç fark etmiyor diye?

Örnekleri buradan veremeyeceğim, avukat arkadaşlar kızıyor. Son dönemin en “gözde” liderini çıkaran ABD’ye bakalım. Obama ile Trump arasında yontulmuşluk farkı var mı? Var. IQ farkı var mı, o da var. Birine baktığında ciddi bir tehlike görüyorsun, diğerine baktığında ciddiye alamıyorsun ama tehlike yine orada.

Yıllar önce de böyleydi. Jimmy Carter alay konusuydu ama kendisinden sonra ABD Başkanı olan Ronald Reagan Carter’ın bir dahi olduğuna hükmettirdi insanları. O kadar fenaydı yani. Lakin Reagan iki dönem başkanlık yaptı, ABD’nin dış politika ağırlığı arttı, Sovyetler Birliği onun döneminde dağıldı. En azından diyebiliriz ki Başkanlık koltuğuna bir aptalın ya da cahilin oturmasıyla ortalama zeka seviyesindeki birinin oturması arasında özel bir fark bulunmuyor.  

Çark dönüyor.

Çünkü hükümetler geliyor gidiyor, liderler değişiyor ama değişmeyen sömürü mekanizmaları, büyük şirketlerin iktidarı!

Siyasetin alanı sınırlı, halkın iradesinin ise hükmü yok. Gemi yürüyor; büyük tekellerin gemisi, arada girilen krizler filan, bunların liderler, iktidar partisiyle çok alakası yok, sistem krize giriyor sonra krizin yükünü emekçilere yıkıp toparlanıyor. Dümendekinin zekası, birikimi, ustalığı… Çok da önemli değil.

Bir yandan bu kadar lider pazarlıyorlar, öte yandan liderin pek hükmü yok. Aptal da olsa bir şey değişmiyor.

Evet, sermayenin borusu ötüyor ve liderin işi sermayenin borusunun öttüğünü gizlemek, halkı aldatmak. Çok kabalaştırıyorum, “lider” etrafında bir sürü tartışma dönüyor, kavga çıkıyor, işte ABD’deki gibi Trump’ı görevden almak isteyenlerin türlü manevralarına tanık oluyoruz ama bütün bunlar liderden çok başka çıkar çatışmalarının ürünü. Bu çatışmaların bir bölümünden Trump’ın kendisinin bihaber olduğuna emin olabilirsiniz.

Yani anlayacağınız, bizim karşımıza tek adam diye çıkan, çıkartılan, her fırsatta zart zurt edenlerin sanıldığı gibi bir ağırlığı yok.

Değiştiremeyecekleri temel bir gerçek, değiştiremeyecekleri dengeler ve değiştiremeyecekleri kurallar var. 

Türkiye’de özel bir süreç yaşandı ve 16 yıldır ülke epey bir değişti. Evet bu doğru hem de fena halde doğru ama değişmeyen yine baki kaldı: Sermayenin saltanatı!

Bütün dünyada böyle.

Öyle bir bağlanmış ki bu, cahili ya da eğitilmişi, zekisi ya da aptalı fark etmiyor. Siz eli yüzü düzgün bir liderin kapitalist bir ülkeye illa daha iyi geleceğini düşünebiliyor musunuz? Hiç de öyle bir kural yok.

Komünizme, yani sınıfsız-sömürüsüz bir topluma giden yolda ise fark ediyor. Bu sürece sosyalist kuruluş da diyebiliyoruz. “Tek adam” yok, bu eleştiri saçma ama güçlü ve yetkin lidere ihtiyaç duyuluyor. Neden?

Güçlü ve yetkin lidere ihtiyaç duyuluyor çünkü halkın bir iradesi var. Değiştiriyorlar, yüzlerce yıllık kaderi değiştiriyorlar. Halk ayağa kalkıyor, eşitlikçi bir düzen kurmak için ipleri eline alıyor, hayatın her alanında büyük bir dönüşüm başlatıyor ve bu zorlu mücadelede “lider” bir orkestra şefi ihtiyacını karşılıyor. 

Devrimlerin önderleri ne ahmak olabilir ne cahil ne yontulmamış. Zaten ayağa kalkan bir halk böylesini sırtından atar.

Kapitalizm ise köhnemiş, yıkılası bir düzeni savunan “lider”ler üretir. Hot zot eksik olmaz ama çoklukla tın tındırlar ve gerçekte pek az şeyi değiştirebilirler. Değiştireceklerse de bozarlar, yıkarlar, çürütürler, geriye götürürler, aptallaştırılar, çirkinleştirirler.

Yukarıdan aşağıya böyle bir hiyerarşi kurulur.

Evet, durum aynen budur.

Yani özetle termal havuza takım elbise kıravatla atlayan Haymana Belediye Başkanı’nın kusuruna bakmayın sevgili okurlar; memleket öyle de böyle, böyle de …