Suskun Toplumda Çok Konuşanlar

Aslında Türkiye çok konuşuyor. Kahvede, rakı sofrasında, kantinde, cami avlusunda... Cep telefonuyla... Ama konuşması gereken yerde konuşmuyor, sözünü söylemiyor.

Toplumların söz söyleme yöntemleri bellidir. Hesap sorar, hakkını arar, talep eder. Değiştirir.

Bizde dinleyen, izleyen ve "tenhada" yorumlayan bir toplum var.

Ama birileri konuşuyor.

Susan bir toplumda birilerinin çok konuşması, giderek "boş" konuşulması anlamına geliyor.

Fidel de rahatsızlığına kadar çok konuşurdu ama boş konuşmazdı, konuşamazdı, çünkü Kübalılar hep beraber çok konuşurlar, sözü olan bir toplumun bireyleri olarak.

Bizim burası ise "sirk"... Birileri orta yerde her tür numarayı çeviriyor, millet de "izliyor", kelimenin gerçek anlamı ile izliyor. Arada "ho ho ho, sağdaki palyaçonun yaptığını gördün mü" tadında yorumlar çıkıyor, biri "yok yok şapkadan çıkan tavşana ilaç vermiş" deyiveriyor, başlanıyor muhabbete... Sahne alanlar memnun, ne yaparlarsa ilgi çekiyor, ne söylerlerse alıcısı var...

Bu Türkiye'ye Tuncay Güney çok yakıştı. Yalçın Küçük "aklımıza tecavüz etti" demiş, güzel demiş ama Tuncay Güney çıkıp "bana gelene kadar..." diye itiraz ederse ne olacak?

Medyum ketosu, çetosu, memleket siyasetinde sözü olan adamlar haline gelmedi mi? Yaşar Nuri Öztürk bu ülkenin parlamentosuna girmedi mi? Zekeriya Beyaz Türkiye'nin aydınlık yüzü olarak sunulmadı mı? Saymakla bitmez...

E doğal, başka türlü bu kadar adaletsiz, bu kadar kokuşmuş bir düzen nasıl sürecek? Toplumu da çürütüceksin ki, sözünü söylemesin, sussun!

Bu düzen bunu yapıyor... Peki "aykırı" cephede ne var?

Konumlarını, koordinatlarını, her şeyi bir kenara bırakıyorum. Karşılaştırma yapmak gibi bir niyetim de yok. Ergenekon sürecinde birbiriyle bağlantılandırılan, aralarındaki ilişki üzerinden sayısız iddia ortaya atılan üç kişiye bakalım. Bu iddiaların bir bölümü komik derecesinde uydurma, bir bölümü çarpıtma, küçük bir bölümü gerçek olabilir. Bunları da geçiyorum.

Bu üç kişi hakkında çok konuşuluyor. Ama bu üç kişi de çok konuşuyor. Aklı tecavüze uğramış bir topluma hitap ediyorlar. "Lenin'i aştım, Marx'a katkı yapıyorum" diyor birisi. Nedir, ne değildir belli değil. Bir tür vaiz rolü yerleştikten sonra siyasi başlıklarda da mistik, şifrelenmiş ve her yöne gidebilen stratejiler geliştiriyor. Ekolojik, demokratik, konfederalist... Kimse bir şey anlamıyor ve daha önemlisi herkes istediğini anlıyor ve herkes memnun. Soran da yok, "başımızın tacısın, önderimizsin ama ne diyorsun, neler yazıyorsun" diye...

Bir diğeri "Cia işi diyor" çoğu kez doğru diyor. Ama hep "Cia işi" diyor, CIA kanıksanıyor. Zaman içinde Türkiye'de kendi dışında hemen herkesi Cia'nın yarattığını söylemiş oluyor. 2002'de hatırlıyorum, bir televizyon programında, TKP için de "Cia benim önümü kesmek için kurdurdu" demişti. Biz nasıl önünü keselim, aldığımız oy belli, o sıralar biliyorsunuz kendi partisi yüzde 18 filan oy alıyordu.

En son "Hrant da bizdendi" deyiverdi. "Bizdenlik" Hrant için iyi mi oldu, kötü mü, iş karışıyor! "Biz" her şey ve hiçbir şey!

Veli Küçük de "bizdenmiş"... Bunu da serbest kaldıktan sonra bir öteki açıkladı. Bir sürü anlamlı şey söyledi, direngenliğini kanıtladı, korkmayacağını gösterdi lakin çok konuşmaktan kendini alamadı. "Paşaları pek iyi gördüm ama oraya yakışmıyorlardı." E doğru, oraya devrimci gençler, aydınlar yakışır! Paşaların ne işi var damda? Peki bütün bunlar söylenirken neye güveniliyor? Nasılsa dinleyen var, nasılsa her denilene kafa sallayan var. "Kahramanlar"dan söz ediyor, anlaşılmıyor, kirli savaşın Jitemcileri mi, başka birileri mi, "Apo kardeşim" mi, hangisi... O kadar çok konuşulunca...

Şimdi burada duralım.

Bu üç örnekten çıkalım.

Zaten mesele başka.

Türkiye solunun cesarete ve yaratıcı düşünceye gereksinimi var. Ama cesaret ve yaratıcı düşünce için ille de sağlam, devrimci ve sınıf temelli bir teorik arka plan gerekiyor. Suskun ve aklı tecavüze uğramış bir toplumda sol "ayarsız" davranamaz, ayarsızlığa prim veremez. Ağzına geleni söyleyemez.

Bu yazıyı bitirdiğimde, cazın "büyük"lerinden saksofoncu John Coltrane'nin bitmek tükenmek bilmeyen uzun sololarından gına gelen bir başka büyük Miles Davis'in "yetti gari, gına geldi, kısa kes" diye uyardığı aklıma geldi. Coltrane'in yanıtı samimidir alabildiğine, "elimde değil, kendimi kaptırıyorum"... "E be adam" der Davis, "madem öyle çek şu düdüğü ağzından"...