Soldan sorular…

Belli ki Türkiye’de sol yeniden tasarlanmak isteniyor. Düzen tarafı da, düzen dışı kısmı da… Solun yeniden yapılanması bir zorunluluk olduğundan, bu girişimlerin bütünüyle boşa çıkarılması olanaksız. İlla ki bir şeyler olacak, ortalık biraz karışacak. Sıfırlanma değil bu hızlı yer değiştirmeler, güç dengelerinde hesapta olmayan değişiklikler, harmanlanma ve kopuşlar…

Hepsi mümkün.

Peki kendine sosyalistim diyenler nasıl girmeli bu sürece? Panik içinde, kendine yer edinme kaygısıyla hareket edildiğinde yıkım kaçınılmaz olur. Etkili çevrelerin istediği türden bir “sol”dan dışlanmamak için “uyumlu”luk göstermenin neyle sonuçlanacağı da belli.

Sol, kendi değerlerine, ilkelerine sahip çıkmalı, memleket ve dünya gerçeklerine gözlerini kapamamalı.

Bazı sorulara açık ve net yanıt vermeli.

Tarihsel ilerleme fikri, marksizmin bir uydurması mı, yoksa insanlığın geride bıraktığı serüveninde solun sahip çıkması gereken ileriye doğru hamleler mevcut ve bundan sonraki mücadeleler o hamlelerin yarattığı zemini tahrip etmemeli mi?

Bu soruyla başlanabilir.

Devamı gelir…

Adalet ve Kalkınma Partisi, herhangi bir iktidar partisi midir, yoksa Türkiye’de 20. yüzyılda tarihin tekerleklerini ileriye doğru döndüren bütün toplumsal hareket ve dönüşümlere kan davası güden, onların sonuçlarını ortadan kaldırmak isteyen bir misyonun taşıyıcısı mıdır?

Eğer yukarıdaki soruya, AKP’ye özgün bir tarihsel rol yükleyerek yanıt veriliyorsa, AKP Türkiyesi’nde bir normalleşmeyi hedeflemek mümkün müdür?

AKP’nin tarihin tekerleklerini geriye doğru döndürme işleminin Kürtlere özgürlük getirebileceğini ileri sürmek Kürt halkına en hafif deyimle hakaret değil midir?

AKP gericiliğine karşı, geçen yüzyılın referanslarına sarılarak, geride bıraktığımız yüzyılın büyük bölümünde bağımlılık, yoksulluk, eşitsizlik ve faşizm üreten bir sistemi savunmak, gericiliğin bir başka türü değil midir?

Gericiliğin emperyalizm ve sömürü ilişkilerinden ayrı düşünülmeyeceğini bile bile, gericiliğin batıya, Avrupa ya da ABD’ye tutunarak alt edileceği düşüncesine hoşgörüyle bakılabilir mi?

Medya, kamuoyu ya da kimi çevreler öyle gösterdiği için, gerçekte sol açısından hiçbir değeri olmayan kişi ya da kurumlar etrafında dönen bir dünyadan “yeni bir Türkiye” çıkar mı?

Piyasa, emperyalizm ve gericilik bugün solun en sadeleşmiş düşman tanımı olarak belirginleşiyorsa, sol içindeki tartışmalarda bu üçlünün neden hiç ön plana çıkmadığı merak ediliyor mu?

“Solun, sol kalarak bu ülkede iktidar olamayacağı” safsatasının bu kadar etkili olmasını neye borçluyuz?

Liderlik kültünden kadro politikasına, “dün dündür, bugün bugün” yaklaşımının benimsenmesinden post kavgasına, sağ siyasetin bütün “iş ahlakı”nı benimseyen bir solu halkın ikiyüzlülükle yaftalamasına, en azından ciddiye almamasına neden şaşırılıyor?

1960’lardan bu yana, sosyalizmin kendini bu kadar dayattığı, toplumun sosyalizme bu kadar gereksindiği, sosyalizmin toplumsallaşması için ilk kez bu kadar güçlü kanallar açıldığı, Haziran’da bu halkın önemli bir kesiminin sosyalizme açık olduğunu ilan ettiği bir dönemde, “daha zamanı gelmedi” düşüncesini besleyen nedenlerle herkes yüzleşmeye hazır mı?