Referandumun sağı ve solu

Bundan birkaç yıl öncesine kadar, özellikle 2007 seçimleri sırasında Türkiye solunun AKP'ye oy veren emekçilere odaklanması gerektiğini söylüyorduk. Nedeni basitti, bu parti 2002 seçimleriyle sınırlı olmayan bir dönemi yoksullara oldukça etkili bir demagojiyle hitap ederek kazanmış, yerel yönetimler ve kamu işletmelerinin ötesine geçen, özel sektörü fazlasıyla içine alan kapsamlı bir kadrolaşma politikasıyla işçi sınıfı içinde önemli bir yoğunluğa ulaşmıştı. Aynı anda hem kasabalılaşma hem de kentleşme dinamiklerini "dinsel" ideoloji ve cemaat kültürüyle kontrol etmeyi başaran bir koalisyonu temsil eden bu partinin yoksul kesimler üzerindeki hegemonyası şaşırtıcı değildi.

Üstelik AKP, benzer yöntemlerle Kürt insanına da hitap ediyordu.

Küçük yerleşimlerden, işletme düzeyine, işletme düzeyinden metropollerde yeni kurulan emekçi mahallelerine varıncaya kadar AKP ile cemaatlerin çift dikişli otoritesi sayesinde "aileden patronlar" için mükemmel koşullar sağlanmıştı. İtaatkar, uysal, kaderine razı ve zenginlerle aynı cemaatin üyesi olmakla avunan, devletin yapamadığı yardımları bonkörce dağıtan "ileri gelenler"e bağlı ve bağımlı bir işçi sınıfı.

AKP'nin bu geniş kitlenin tamamını konsolide etmesi mümkün değildi. Acımasız koşullar Erdoğan'a umutla bakan çok sayıda emekçinin uyanması için bir fırsat yaratıyordu. Ayrıca işçi sınıfı bu demagojiye terk edilemezdi. Bu nedenle AKP karşıtlığını, AKP'nin tabanını eriterek sürdürmek son derece akılcıydı. Zaten diğer düzen partisi CHP geleneksel tabanından emekçileri, Kürtleri ve Alevileri ayıklamakla meşguldü. 2007 seçimlerinden önce Baykal'ın bir miting konuşmasında AKP'li kitleleri işaret ederek "bizde o kılıkta insanları göremezsiniz" dediğini hatırlıyorum. Kastettiği kara çarşaflılar filan değildi, üstü başı dökük yoksullarla partisi arasına sınır çekiyordu.

Oysa aynı dönem AKP'nin yoksulluk-mağduriyet ikilisinden ikincisine yaslandığı, ilkini pek az umursadığı bir söylem yerleştirdiği, yani emekçilerin bu partiden kopması için koşulların uygun olduğu bir dönemdi. Olmadı.

2007 seçimlerinde Erdoğan yoksul nüfus üzerinde ideolojik açıdan zafer ilan etti.

Bu zaferi, işçi sınıfına karşı yeni bir saldırgan dalga için kullanacağını biliyorduk, bunu gerçekleştirdi. Bu zaferi devletin, sistemin yeniden düzenlenmesi için değerlendireceği de az çok belliydi, Ergenekon süreciyle bu bağlamda da bir hamle yaptı.

AKP toplumsal tabanında belli bir daralmayı göze alıyordu, onun ideolojik kuşatmasından daha az etkilenen emekçi kesimler bu partiden uzaklaşmaya başladı, onun siyasal hedefleri konusunda kaygı duyanlar da, Alevi yoksullar başta olmak üzere, gemiyi terk ediyorlardı.

Erdoğan bu kaybı "sol"dan devşirmelerle telafi etmeye çalıştı. AKP solculuğu yalnızca Ergenekon operasyonlarının inandırıcılığını artırmak için değil, emekçi kesimlerdeki hayal kırıklığını yumuşatmak için de kullanıldı.

Üstüne kriz geldi. Teğet geçti, geçmedi Türkiye bir işsizler ülkesine dönüştü. Emekçi kitleler üzerindeki inandırıcılığı azaldıkça AKP ideolojik baskısını artırdı, dinsel ögeleri ve milliyetçiliği daha fazla kullanarak, toplumu bir taraflaşmaya zorladı.

Bütün bu dönem Türkiye solunun AKP'ye aldananlara daha fazla dikkat etmesi, AKP'yi destekleyen yoksullara, emekçilere daha fazla odaklanması gerekirdi. Bunda pek az başarı gösterildi, çünkü bu kesimlere hitap etmenin önemi geç algılandı, bunun yöntemleri de bulunamadı. Solun kendi içindeki devinimi ve birçok örnekte CHP'liler daha "kolay" bir toplumsallık olarak değerlendirildi.

Bunun bir yararı yoktu. CHP, yönetimi ve bütün kitlesiyle oyalanmakla meşguldü, Cumhuriyet mitinglerinin yarattığı hayal CHP'yi tepeden tırnağa paralize etmişti. Emek eksenli bir mücadeleye katılmak bir yana, göz ucuyla bile bakmaya tenezzül etmiyorlardı. Bu partiye oy verenler arasında da milyonlarca emekçi vardı ama emekçi olduklarını büyük ölçüde unutmuşlardı.

AKP'ye dönük öfkelerinde kesinlikle "sol"dan bir şey vardı, bunu küçümsemek haddimize değildi ama AKP'ye karşı mücadeleyi kötürümleştiren sayısız öge bu "sol"a ait değerlerin üzerini örtüyordu.

O dönem bazı açılardan kapandı. Oy oranları her şeyi açıklamaz. 2002 ve 2007'de AKP'ye oy verenlerin küçümsenmeyecek bölümü başka arayışlara girdi. Biz yeterince etkili olmadığımız için MHP'ye, SP'ye yönelenler oldu. Kararsızlaşan, AKP'ye desteği gevşeyen, seçeneksizlikten AKP'ye sığınmaya devam edenler de…
Erdoğan, bu kayıpları genç kuşaktan gelen ve iş-ekmek güvencesinden çok ideolojik kaygılarla hareket eden milyonlarca yeni destekçi ile kısmen giderdi.

Peki şimdi ne oldu?

Referandum, Türkiye'de ideolojik kamplaşmayı tetikledi.

Böyle bir gerçek var.

Karmaşıklaştırıcı girdilere karşın (MHP yönetiminin kararı gibi), toplum referandumda bir kez daha sağını solunu hatırladı. Bu nedenle ciddi yer değiştirmeler oldu.

2007 ya da 2009 seçimlerindeki tabloya benzer bir sonucun çıkması son derece önemlidir ama bu yer değiştirmeler de önemlidir. MHP merkezinin kararı, sağ-sol kamplaşmasına çarptı, MHP'liler dağıldı. CHP'ye oy vermekte şimdiye kadar pek tereddüt etmeyen belli oranda seçmen "evet" dedi, bir bölümü sandığa gitmek konusunda istekli davranmadı. Alan çalışmalarında arkadaşlarımızdan gelen veriler bunların daha çok liberal belirlenimli olduğu tezini güçlendiriyor.

AKP de fire verdi elbette. Bu partinin kampının nasıl örüldüğüne bakıp korkanlar "hayır"a yöneldi.

Özetle, ne dersek diyelim, bu referandum son yılların en ideolojik olayı haline geldi. Burada ortaya çıkan kamplaşmada sınırlar bizim istediğimiz gibi değildir, sağ ve sol tanımlarında ciddi belirsizlikler vardır. Ama zaten ideolojiler alanı doğası gereği böyledir.

Referandumun bu etkisi hemen bitmez. Üstüne Kürt hareketinin her an bu kamplaşmaya değişik yönlerden itki yapacak kadar "bağımsız" ama bütünüyle bir farklı kanal açamayacak kadar "bağımlı" tavrını, boykot cephesini ekleyelim.

Türkiye solu, bu tabloyu yok sayamaz.

Türkiye solu, AKP'nin "yoksulluk edebiyatı"yla tutunduğunu, tabanının emekçi olduğunu papağan gibi tekrarlayamaz.

AKP, sağdır, kendi tabanını büyük ölçüde ideolojik girdilerle tutmaktadır. Artık AKP'den emek eksenli, devrimci, solcu politikalara parça koparmak bir süre doğrudan değil, dolaylı kanallardan gerçekleşecektir.

CHP'ye gelince…

Referandumun taraflaştırıcı etkisi ile CHP'nin sağa yönelerek AKP'yi eritme arzusu arasında (buna ABD'den ruhsat alma kaygısını da ekleyin) ciddi bir sürtünme ortaya çıkacaktır.

Yüzde 42'nin önemli bölümünün seçimlerde tercihinin CHP olacağını varsayarak, referandumdaki hayırları büyük ölçüde CHP'ye ait olduğunu söylemek, devrimcilere yakışmaz, böyle yapılırsa bu ülkeden umut kesilir.

CHP'nin bu referandumda "evet" kararı verdiğini düşünün. MHP'nin başına geleni hiç kuşkusuz CHP de yaşardı.

Ne diyorduk, CHP'de bir sürtünme olacak. CHP'ye oy verenler kaderlerine terk edilemez.

Sol adına "hayır" diyenlerin solculuğunu şekillendirmek, içini doldurmak, ona sınıfsal karakter vermekle onları farkına varmadıkları bir sağcılaşmayla baş başa bırakmak arasında bir tercih yapacağız.

Bu tercih bizim kendimizle baş başa kalıp kalmayacağımızın da yanıtıdır!

Yarınki "CHP'yi ne yapmalı" yazımın bu bağlam içinde değerlendirileceğini umuyorum.