Referandum, boykot ve Kürt sorunu

Boykot başarılı mıdır sorusu "başarı"dan ne anlaşıldığına göre değişik biçimlerde yanıtlanabilir. Eğer, PKK'nin AKP'ye ve genel olarak devlete "bizi devre dışı bırakamazsınız, bizi hesaba katmayan hiçbir politikanın başarı şansı yoktur" mesajı bağlamında değerlendirilecekse, ayrıntıların bir önemi kalmamaktadır. Sonuç açık: Boykot birçok Kürt yerleşiminde bu referandumun tek gerçeğidir. Sandığa gidenlerin "evet"çiliğinden, bölgenin AKP ile PKK arasındaki paylaşılmışlığına yeni bir kanıt çıkarılması anlamsızdır. Bu zaten bir veriydi, bazı illerde boykotu zayıflatacak bir ağırlık kazansa da AKP, boykot ve boykotun arkasındaki iradenin etkisini hafife almak büyük bir hata olur.

Ancak boykotun sonuçlarını referandumla sınırlamak mümkün değil. Zaten boykot politikasının ilanından referandum sonrasındaki değerlendirmelere varıncaya kadar, bu iradenin asıl sahipleri AKP'ye verilecek mesaja odaklanmış, evete daha yakın olduklarını açıkça hissettirmiş, nihayetinde Öcalan'ın ağzından "AKP'ye bir şans daha" vermiştir.

Doğal. AKP'yle yaşanan ve zaman zaman çatışmaları tırmandıran gerilimlere karşın, PKK bugünkü siyasal hedeflerinin gündeme yerleşmesini, bunun ötesinde gerçeklik kazanmasını belli oranlarda AKP'nin dönüşümlerine borçlu olduğunu kavramıştır.

AKP'nin politikalarıyla PKK'ninkiler arasında bazı çakışmalar olduğu doğrudur, öte yandan bu tür örtüşmeler farklılık ve karşıtlıkları gidermemektedir.

Bugünkü kilitlenmenin bir kaynağı zaten karşılıklı mahkumiyeti ve düşmanlıkları besleyen dinamiklerin aynı anda işlemesidir.

Kilitlenme kolay aşılmayacaktır.

Bu nedenle ne anlama geldiği iyi anlaşılmalıdır.

AKP'den Türkiye'nin demokratikleşmesi için yararlanmak gerektiğini söyleyen, yararlanmanın ötesinde ona angaje olmayı savunan liberalle, 30 yıllık bir mücadeleyi AKP'yi kullanarak bir yere bağlamak isteyen Kürt siyasetçisi arasındaki paralellikler de mutlaklaştırılmamalı. Liberal, öyle ya da böyle Türkiye'nin bütününe bakmaktadır, Kürt siyasetçisiyse bütüne bakmaya çalıştığında dahi bunu beceremeyecek kadar Türkiyeli olmaktan uzaklaşmıştır.

Liberallerle PKK arasındaki ilişkideki kırılmalar da büyük ölçüde bunun ürünüdür. Liberaller PKK'yi bencillikle suçlamakta, dahası terk edilme korkusu yaşamaktadır. Onlara göre PKK, AKP'nin Türkiye projesine katkı koymalıdır.

AKP'nin milliyetçi, faşist hezeyanlarının ardında aynı talep vardır: PKK eğer AKP'yi rahatsız etmez, ona uzun vadeli kredi açarsa, Erdoğan da "ergenekoncu ağzı"yla konuşmayacaktır!

PKK de benzer bir değerlendirme yaptığına göre, meselenin çözülememiş olmasının nedenleri üzerine daha fazla kafa yorulmalıdır.

İşlerin bu noktaya gelmesinde büyük pay sahibi olan Amerika Birleşik Devletleri'nin bizim bölgemizde yola nasıl devam edeceği, genel olarak yola nasıl devam edeceği ile ilgilidir ve çok büyük olasılıkla Obama yönetiminin sonrasına bırakılan bir sorundur. Obama, kendine yüklenen misyonlardan bir tanesini az çok yerine getirmiş ama büyük ölçüde bitirilmiş bir siyasetçidir. Yerine getirdiği misyon, ABD'ye dönük tepkilerin yumuşatılmasıdır. Daha fazlasına ne kapasitesi ne ABD'nin iç dengeleri izin vermiş, bir sürü hesap ortada kalmıştır. Ama ABD emperyalizmi, siyah başkanın içeride ve dışarıdaki destekçilerinde yarattığı büyük hayal kırıklığından yararlanarak bir kez daha manyak bir lider çıkarmak için elini rahatlatmıştır. ABD'nin bizim buralara dönük daha inceltilmiş ve cesur politikalar üretmesi büyük olasılık 2012'yi bulacaktır. Kürt sorunundaki kilitlenme biraz da bununla ilgilidir.

Almanya ve Fransa ise, tahmin edildiği üzere, bir yandan ABD ile hareket ederek bölgede büsbütün dışarıda kalmamanın yollarını ararken, öte yandan ABD'nin istediği gibi at oynatmasını engelleyen küçük pürüzler yaratmayı becermektedir. Avrupa Birliği'nin Kürt sorunundaki girdileri de bu açıdan kilidi çözücü değil, tersine pekiştirici karakterdedir.

Kürt siyasetinin iç dinamiklerine gelince…

Kilitlenmenin bir başka nedeni, PKK'nin, kendisinin son belirleyen olarak konumlanmayı sürdürdüğü birliğin parçalanmasına izin vermemesidir. Ayrışma uzun süredir dipten dibe sürse de, PKK'nin bir dizi anlaşılır nedenle bunun mantıki sonuçlarına ulaşmasını istememesi ve bunu engellemek konusunda şimdiye kadar başarılı olması, farklılığını ilan etmeye kalkanları hizaya sokup, kimilerini etkisizleştirmesi, kilitlenmenin çözülmesini olanaksızlaştıran etmenlerden biri olarak görülmelidir.

Ayrışmanın sınıfsal ve kısmen ideolojik karşılıkları vardır. Kürt sermayesi, AKP'nin Türkiye projesine bütünüyle bağlanma yanlısıdır. Kürt yoksulları ise doğal olarak ve sistematikten yoksun bir biçimde daha radikal konumlanışlara yatkındırlar. Ancak bu bir sağ-sol ayrımı üretmemekte, ilginç bir biçimde ayrışmayı kontrol altında tutan "aracı"ların giderek daha fazla ön plana çıkmasına neden olmaktadır.

Kürt zenginleri, daha birlikçi, daha Türkiyeli bir çözümden yanaymış gibi gözükmekte, öte yandan daha çok yoksul Kürt tabanını temsil edenler "kopuş"u ya da "kopuş"a giden yolu örmektedirler.

Kürt zenginin AKP'nin Türkiye projesine yatkınlığı, onları hiçbir durumda tercih edilir kılmıyor, onları birlikçi kılmıyor. Ancak bugünün dünyasında "kopuş"a yatırım yaparak solcu da olunamıyor. Göz karartmak her zaman devrimcilik değil çünkü. Aşağıda önemli bir Kürt kaynağından aktardığım bölüm, göz karalığının hangi doğrultuda ilerlemeye vardığını göstermesi açısından sanıyorum iyi bir örnek:

"Nabucco projesinin en kritik bölümü Türkiye'den geçiyor. Zira Türkiye AB'nin ulaşmaya çalıştığı doğalgaz kaynaklarının geçişi konusunda kritik bir noktada. Bu boru hattının izlediği yol tabii ki Kürdistan'dan geçiyor. Bütün noktalardan gelen hatlar Kürdistan'da birleşiyor. Gürcistan üzerinden giren hat Ardahan ve Kars'tan geçiyor. İran hattı ise Ağrı'dan giriş yapıyor. Irak'tan gelen hat ise Şırnak ve Mardin hattını takip ederek gidiyor. Her iki hattın da PKK ile Türk ordusu arasında çatışmaların yaşandığı bölgelerden geçmesi dikkat çekiyor.
(…)
Nabucco'yu gerçekleştirecek olan uluslararası konsorsiyum birçok kez güvenlik konusundaki sıkıntıları Türk tarafına iletti ancak Türkiye boru hattının güvenliği konusunda kesin güvence verdi. 
Geçtiğimiz ay ise PKK'nin ateşkes açıklamasının hemen öncesinde Irak ve İran'dan gelen boru hatlarına karşı düzenlediği eylemler her iki hat aracılığıyla gerçekleştirilen doğalgaz akımının durdurulmasına neden olmuştu. Söz konusu iki hat da Nabucco projesinde kullanılacağı açıklanan hatlar. Türkiye'nin imzalanan doğalgaz boru hattı projeleriyle uluslararası alanda ciddi bir enerji koridoru haline gelme çabası orta vadede sonuç vereceğe benziyor. Ancak uzmanlar bu durumun uluslararası güçlerin Türkiye'deki istikrarı bozacak tüm etmenlere karşı daha az tahammül göstereceği anlamına geleceğini belirtiyor. Bu anlamda uluslararası dev bir yatırım olan Nabucco'nun Kürt sorununun, Kürt siyasetinin gidişatında ciddi bir etkisi olacağı kesin."

Sol böyle bir mantık yürütmenin parçası olabilir ya da buna anlayış gösterebilir mi?

Kürt hareketinin ayrışmasının uzun süredir engelleniyor olması, Kürtlerin sağının ve solunun karışmasına da neden oldu. İdeolojiler alanında iç içe geçmeler ve belirsizlikler hep egemen sınıfa yarar. Bu bir kuraldır.

Dolayısıyla Türkiye solunun görevini Kürt siyasetinin sol kanadıyla ilişkilenmek, onu cesaretlendirmek ve de onu desteklemek olarak tarif etmenin başka şeyler bir yana, bu türden bir açmazı da var. Hem Türkiye solunu daha fazla önemseyenler de Kürt liberalleriyken, böyle bir görev tanımının temeli son derece zayıflıyor.

Ancak şu önemli: Oran olarak Türklerden hâlâ daha fazla Kürdün sola açık olmasından hareketle, Kürtlerin sol damarıyla, gelenekleriyle irtibatlanmanın yolları aranmalı.

Peki "kopuş"çu bir kültüre karşı birlikçi bir tutum alarak bu ne kadar mümkün?

Gerçekçi olmalı. Bugün bütün siyasal hesaplardan bağımsız bir biçimde, bir Kürdün kendini Türkiyeli hissetmesini ne sağlayabilir? Genel olarak AKP projesine bağlanmak ya da kendini Türkiye devrimci hareketinin bir parçası olarak görmek.

İlki giderek yaygınlaşıyor ancak ikincisini besleyen hiçbir şey yok!

Bugün bir Kürt olarak baksam Türkiye'ye, hangi nedenle umut besleyebilirim ki! Her sıkışınca "bu ülke bitti" deme hakkını elinde tutan Türk ulusalcılarının, Kürtlerde güçlenen "ayrılma eğilimi"ne bu kadar hiddetlenmelerini anlamak mümkün değil.

Türkiye tepeden bakıldığında iyi sinyaller vermiyor. Diyarbakır'dan bakıldığında görüneniyse burada tekrar etmeyeyim, kibarca faşizm, milliyetçilik, gericilik diyeyim!

AKP'ye bel bağlamayacaksan, Türkiye'de nereye tutunacaksın?

Bu durum, ayrılma eğilimlerini, AB' ve ABD'den medet ummayı, liberalizmi meşrulaştırmıyor elbette ama bir gerçek.

Türkiye solu, koyverelim gitsincilik yapamaz. AKP projesi (AKP ile sınırlı değildir), daha baskın bir sermaye diktasıdır, Türkü de Kürdü de ezer geçer ve daha yolun sonunda değildir, beteri vardır. Bölünen bir Türkiye, bağrından iki tane AKP projesi çıkarır, direnmek daha da güçleşir, ayrışmış bir Kürdistan bugünkü koşullarda ilerici bir Kürdistan olamaz.

Bu bir süreç…

Kürt sorunu beklemez diyenler, Türkiye'nin de beklemediğini fark ediyorlardır sanırım.

Türkiye solunun Kürt sorunu acil de, Türkiye sorunu ertelenebilir mi?

O halde, yapılacak tek şey, Türkiye'nin siyasal dengelerini değiştirmektir. Türkiye'ye bakıldığında AKP'den başka bir şey görülmemeye devam edilirse bu işin sonu karanlıktır.

Solun umudu yaratmak gibi bir yükümlülüğü de vardır. Kilitlenme çözülünceye kadar bir mesafe alınamazsa, seçeneklerin Kürtlerin kopuşu ve bu kopuşun yaratacağı kanlı travma ile Türkiye'nin topyekun kararması arasında olduğu bir kavşağa girilir.

Referandum sonuçlarıyla ilgili değerlendirmelerimiz biraz da bu tehlike hesaba katılarak okunmalıdır.