Psikolojik savaş

Kim ne derse desin, Türkiye “kitle psikolojisi”nin olağanüstü ölçüde önem kazandığı bir sürece girdi. Haziran Direnişi’nin “bu daha başlangıç…” sloganı, bir yandan kararlılığın, diğer yandan mücadelenin kısa zaman diliminde sonuçlanmayacağı kavrayışının ürünüydü.

Halk “tepki” vermişti Haziran’da. Etki ise bizzat diktatör kaynaklıydı. O halde yaz aylarında elini soğutmamak dışında halkın beklemesinden daha doğal bir şey olamazdı. Hazırlanan, plan-proje geliştiren, kendince tuzaklar kuran hükümet tarafıydı.

Hep vurguladığımız gibi, savaşa hazırlanıyordu. Akılla filan değil, yaratıcılıkla hiç değil. Onbir yıllık iktidarın topluma saçtığı kötücül enerjiye güvenerek!

Cepheye sürülenlere bakın! Polat Alemdar namlı şahıs… Emre Belözoğlu… Sanat ve spor dünyasına bunlarla müdahale ediyorlar. Cephe gerisinde ise “yüzde 50” ruhu var. Evlerine, diktatör sayesinde edindikleri serveti yansıtan lüks arabalarına astıkları Mursi posterleriyle savaşa ısınıyor, tribünlerde beklendiği üzere kendini hemen gösteren direniş kültürüne karşı durmaya çalışıyorlar.

İşin gerçeği, her an her yerde sürmekte olan bir psikolojik savaş bu.

Yıllardır liberallerin söyleyegeldiği “ötekine saygı”, “hoşgörü” masallarını dinleye dinleye kendinden kuşkuya düşen solcuya kalsaydı, bu psikolojik savaşta hezimet kaçınılmazdı. Öbür tarafın meşruiyetine, haklılığına, hadi haklılığına olmasa da çokluğuna o kadar inanmıştı ki solcumuz, işin içine dinsel silahların da girdiği bir mücadelede derhal ricat edecek, havlu atacaktı.

Oysa halk ayağa kalkarken muazzam biz özgüvenle kazanmış, karşı tarafın meşruiyetinin, gücünün sınırlarını görmüş ve onun haksızlığını mutlak olarak ilan etmişti.

Haziran’da karşı cephe diktatör ve onun polis gücünden ibaretti. Diktatörün “yüzde 50”si sokağa çıkmıyor, çıkamıyordu.

Sokağa çıkamıyordu açık, yüz yüze bir hesaplaşmaya uygun değildi çünkü. Kültürel açıdan değildi, siyasal açıdan değildi ve bir kısmı bayağı semirdiği için, ekonomik açıdan değildi.

Ama psikolojik savaşa çok uygundu diktatörün “yüzde 50”si!

Çünkü bunu öğrenmişlerdi. Hep birlikte mağduru, mazlumu, türban örneğinde olduğu gibi ezilmişi, horlanmışı oynamayı öğrenmişlerdi.

“Beni dışladılar”, “beni dövdüler”, “okuma hakkımı engellediler”…

Burjuva laisizminin saçmalıkları bir yana… Türkiye’de muhafazakar kitlenin ötekileştirildiği yalandı ve bu yalana milyonlarca kişi ortak olmuş, milyonlarcası da inanmıştı.

İşte şimdi yalancıların midesi kaldıran kısmı bu psikolojik savaşa katılıyor. Mursi’ci, ÖSO’cu, Tayyip’çi mazlumlar!

Ve bir kez daha, halkın kendine inancını yitirmesini, kendinden kuşkulanmasını, tereddüte düşmesini umuyorlar.

İçki içen “acaba etrafa rahatsızlık mı veriyorum” diye meraklanacak, şort giyen kadın “yarın böyle giyinmesem daha iyi” diyecek, Çarşı “spora siyaset karıştırma” suçlamasını ciddiye alacak, bir ay boyunca balkonundan malum şahsa küfreden vatandaş “fazla mı ileri gittim” kaygısına kapılacak…

Beklentileri bu. İşte bu nedenle bir milim gerilemiyor, burunlarından kıl aldırmıyorlar. Kötüye, yalana, ikiyüzlülüğe bel bağlamışlar, bırakmıyorlar. En küçük fırsatı bile değerlendiriyorlar.

Biliyorlar ki, Haziran halkının özgüvenini kırmak için onları “suçlu” psikolojisine sokmak zorundalar. Haklı, meşru ve aydınlık bir tepki nasıl “suçlu” olur?

Kötülük, yalan ve ikiyüzlülük olağanlaşırsa…

İşte izin verilmemesi gereken budur.