Oturmayın kırık sandalyelerine...

Çevrenizde ille vardır böyleleri... Etrafa mutsuzluk saçar, hiçbir şeyi beğenmez, bir lütufmuşçasına el uzatır, canı istediğinde küser, canı istediğinde konuşurlar. Çevresindekiler onlar tatmin olduğunda bayram eder, hâl hatır sorduklarında sevindirik olur. Öyle bir noktaya gelinir ki, bu tipleri memnun etmek için olmadık işler yapılmaya başlanır. 

Mahalle çocukları arasında, okulda, her yerde mevcuttur bunlar. Siyasetten de eksik olmazlar. Üzerlerindeki negatif enerji o boyutlardadır ki, azıcık gülümsediklerinde bile bütün dünyaya huzur geldi sanılır. Güldüyse, espri yaptıysa sorun yoktur; hiç değilse o an için yer gök yarılmayacak, dağlar kentlerin üzerine devrilmeyecek, ırmaklar yataklarından taşıp önüne çıkanı alıp götürmeyecektir.

Yaranmacı zihniyet böyledir, hemen rahatlar, gevşer ve dersini alıverir! Küçücük bir mutluluğun burnundan fitil fitil getirildiğini görür ve bir dahaki gülümseme anına kadar tetikte, el pençe divan dururlar dünyanın merkezine yerleşen kişinin karşısında.

Geçen hafta büyükşehir belediye başkanlarının Saray’ı ziyareti bana bunları hatırlattı. İnsanlığımdan utandım; siyasi ve ideolojik meselelerden bağımsız olarak söylüyorum, tamamen insani! Yoksa gidecekler elbette, başından beri AKP çizgisi ile uzlaşmaya odaklanmış bir muhalefet başka ne yapacak ki...

Proje muhalefet var karşımızda tamam ama insan yine de azıcık direnç, bir nebze olsun kişilikli bir tutum bekliyor. Ama yok, siyasetin yasalarını unutuyoruz bazen, kimden ne umuyoruz ki! Bir de üstüne kırık sandalye aşağılaması geliyor ki, tam rezalet. Kimsenin gık çıkarmayacağını bilerek hotzot ediyor, sandalye kırıyor ve sonra “hoş geldiniz” deyince akan sular duruyor, herkes gevşiyor.

Vah Türkiye vah!

Birileri beyefendi gülecek, kendilerine el uzatacak diye bekliyor, biz de onlardan sadece ve sadece insani bir duruşun kırıntısını bekliyoruz.

Beklememek gerek. Tehlikeyi çoktan beridir görüyoruz. Türkiye toplumunu uyuz etme operasyonu sürüyor uzun zamandır. Tepki veremeyen, umudu ve beklentileri elinden alınmış, önüne konana razı olan bir “halk” yaratmak istiyorlar. O halk ki, bundan beş yıl kadar önce ülkeyi milyon milyon sarsmış, “ayağınızı denk alın, ben buradayım” demişti. Öncesi bir yana, beş yıldır Türkiye’yi terbiye ediyorlar. Gezi’de flamalarınızı indirin diye başlamışlardı, şimdi kişiliğinizi, onurunuzu, gururunuzu indirin, teslim edin diyorlar.

 

Çünkü patron sınıfı, yerli ve yabancı, bu düzen sürsün istiyor. Erdoğan ve arkadaşlarının sermaye için yarattığı dikensiz gül bahçesinden memnunlar ama bu bahçenin tek adamın elinde pek tekin olmadığını, riskler barındırdığını bildiklerinden, önlem alıyorlar. Erdoğan artık tek adam değildir,  bahçeye bir bereket geldi ki, sormayın. Bir daha tek adama bel bağlamak yok, Kılıçdaroğlu, Akşener, Gül derken, İmamoğlu, Babacan, Davutoğlu ve diğerleri zincir oldular, yenileri de eklenecek. Sermayenin medyası var, aklı var, parası var, Erdoğan’a “seni de biz yaratmıştık” dercesine yeni kahramanlar, yeni umutlar koyuyor toplumun önüne. 

“Kavga etmek yok” diyorlar bahçenin yeni güllerine, bülbüllerine, sevgi dolu kelebeklerine... İnsanlar yoksul, insanlar öfkeli, insanlar çaresiz; intihar edenler, kendilerini yakanlar... Bunlar hayra alamet değildir. Değildir çünkü biri kendini harcar, bini kendilerine bu adaletsizliği dayatanları... Yoksullar gerginse, siyaset yumuşacık olmalı! Toplumu uyuzlaştırmak için, beyefendi ne yaparsa yapsın sakin duracak muhalefet. Sarayın muhalefeti...

Ey insanlar, on yıllardır sandalyemizin bacakları kırık, tahtalarından çıkan çiviler sağımıza solumuza batmakta; kimseye yaranmak zorunda değiliz, bu köhne ve kahpe düzene borcumuz yok. Biz yokuz bu hokkabazlıkta diyerek başlayabiliriz. 

Onların bahçesine konduracağımız her bir diken, halkın bahçesinde biten yediverendir, ballı yemişlerdir, ekmektir, aştır, iştir, eşitliktir, kardeşliktir.