Osmanlı'ya Dönüş Mümkün mü?

Osmanlı'ya dönüş mümkün.

Geçtiğimiz hafta Erdoğan'ın Davos'taki şovuyla ilgili yazdığım "ilk değerlendirme"de olup bitenlerin Türkiye'nin Ortadoğu'ya etkili bir giriş yapması için sahnelenmiş olmasının en güçlü olasılık olduğunu belirtmiştim. Artık bir olasılıktan söz etmenin anlamı kalmadı. Belli ihtiyatlarla da olsa, gerek ABD gerekse İsrail, Türkiye'nin bölgedeki ağırlığını artırmak için dozu iyi ayarlanmış ama Erdoğan'ın fevri çıkışlarına da yer veren bir İsrail karşıtlığı sergilemesinin "yararlı" olduğu düşüncesindedir.

Planlamayı kim mi yapıyor? Dar bir kesitten söz ediyorsak, bunun önemi yok, hatta illa bir plana da gerek yok. Bununla birlikte, son birkaç yıl yaşananlara baktığımız zaman, ABD emperyalizminin yavaş yavaş Türkiye'ye ilişkin projelerini inceltmeye başladığını, seçenekleri azalttığını ve en önemlisi, bu projelerden bazıları ile Türkiye'nin iç dinamiklerinin birbirini daha fazla beslediğini görüyoruz. Bütün bunlar tümüyle kendiliğinden gelişemez. Şu anda gelişmelere yön verme gücünü büyük ölçüde elinde tutan ABD, onunla çelişkilerini ayrı bir projeye taşımak konusunda korkak davrandığı için Vaşington'la aynı yönde müdahaleler yapmakla yetinen Avrupa Birliği ve geniş anlamıyla AKP'nin temsil ettiği siyasi ve ideolojik çizgi arasında uyum söz konusudur.

Bu üç odağın beklentilerini, ve yakın dönem davranışlarını kademe kademe sadeleştirdiğimizde şu sonuçlara ulaşabiliriz.

1. ABD'ye Ortadoğu'da İsrail yetmemektedir.

2. ABD'nin Irak savaşı ile birlikte kaybettiği geleneksel "dostu" Sünni nüfusu kazanmadan İran'ı kuşatması da, bölgeyi kontrol etmesi de mümkün değildir.

3. Siyasi, ideolojik ve ekonomik olarak en gelişkin Sünni nüfus Türkiye'dedir, Türkiye olmadan Sünni nüfus Suudiler'le, Mısır'la denetim altında tutulamaz.

4. ABD'nin Irak'ta rahatlaması için de Sünnileri yatıştırması gerekmektedir. Irak'ın işgalinden sonra direnişçi bazı örgütler dahil, Sünni siyasetçilerle ilişki kuran ve zaman zaman ABD'nin tepkisini çeken Türkiye, son dönemde direnişin etkisizleşmesi konusunda ABD'ye yardım etmiş ve birçok Sünni aşiretin işbirlikçi Irak yönetimiyle uzlaşmasını sağlamıştır.

5. Bu gelişmenin bir bacağı da Kürt nüfustur. Türkiye, Barzani ve Talabani'nin hamiliğine soyunurken, aynı zamanda bir Sünni ekseni de yaratmaktadır. ABD'nin PKK konusunda Türkiye'ye yardımı bu ekseni güçlendirmek içindir.

6. Davos'taki şovla taçlandırılan "İsrail karşıtlığı", ABD'ye çok uzun bir süredir ilk kez Arap halklarında bu kadar geniş kabul gören bir "aracı" kazandırmıştır.

7. ABD, Araplar arasında kalıcı olanın ABD karşıtlığı değil İsrail karşıtlığı olduğunu bilmektedir. Sünni Hamas için bu kesinlikle böyledir, Şii Hizbullah için de "belli rezervlerle" benzer şeyler söylenebilir. Her iki örgüt de ABD'yi İsrail'den kopartma perspektifi ile hareket etmektedir ki, Arap nüfusun genel beklentisi de budur.

8. ABD, Yugoslavya, Irak ve Afganistan'da icra ettiği "parçalayıcı" ve "gevşetici" politikaları başka ülkelere taşımak konusunda kararlılığından hiçbir şey yitirmemiştir. Avrupa'dan Asya'ya baktığımızda üzerinde sürekli denemeler yapılan dört önemli ülke olduğunu görürüz: Türkiye, İran, Pakistan, Hindistan. Türkiye ABD'nin müttefikidir, İran "düşmanı"... Son yıllarda ABD'nin Pakistan'ı karşıya koyup, Hindistan'ı yanına çektiğini söyleyebiliriz. Ancak değişen bir şey yoktur, ABD için "parçalama", hegemonyasını sürdürmenin olmazsa olmaz koşuludur.

9. Avrupa Birliği'nin bölgeye dönük ortak bir strateji oluşturamadığı açıktır. Farklı Ortadoğu projeksiyonlarına sahip İngiltere, Fransa ve Almanya'nın tek başlarına bölge politikası geliştirmeleri de mümkün değildir. Ama konumuz açısından, başka şeyler bir yana, Avrupa Birliği'nin Türkiye üzerindeki etkisini artırması ve bunun üzerinden bölgeye giriş yapması için, zayıflamış ve küçülmüş bir Türkiye istediği açıktır. Zaten AB bunun için çaba harcamakta, öte yandan ABD'nin bütün parsayı toplamaması için ufak "engelleme" hareketleri yapmaktadır.

10. ABD, içine kapanan ve binbir rezervle uluslararası operasyonlara katılan Türk ordusundan şikayetçidir. Örneğin Afganistan'da Taliban'la anlaşan, çatışmalara asla katılmayan ve bu sayede NATO kapsamındaki binlerce askerinden tek bir tanesini bile kaybetmeyen Türkiye'nin "askeri açıdan ne işe yaradığı" sürekli sorgulanmaktadır. Türkiye NATO'ya, eğitim, lojistik, istihbarat ve siyasi etki açısından hem Balkanlar, hem Kafkaslar hem de "Büyük Ortadoğu"da eşsiz bir hizmette bulunmakta ama en küçük bir riski kabul dahi etmemektedir. Dolayısıyla ABD'nin "risk almaktan kaçamayacak" ve askerini kendisi için çatıştıracak kadar açılmış bir Türkiye'ye gereksinimi vardır.

11. AKP'de cisimleşen siyasal koalisyonun ortak noktası kesinlikle Türkiye Cumhuriyeti ile hesaplaşmaktır. Bu hesaplaşmayı "ılımlı İslam"da tutmak isteyenler de vardır, "şeriatçı bir yönetim"e taşımak isteyenler de. Ancak AKP'nin 1923 projesiyle köklü bir hesaplaşmaya hazırlandığı her durumda bir veridir.

12. AKP'nin bu hesaplaşma arzusu, uluslararası sermayenin ekonomik ihtiyaçları, ABD ve Avrupalı emperyalistlerin bir türlü kabullenmedikleri 1923'ten "intikam" alma arzusu ve ABD'nin stratejik yönelimleriyle büyük ölçüde çakışmaktadır.

13. Prensliklere bölünmüş, aşiret yapısını hâlâ koruyan bir coğrafyaya Türkiye açıldığında, "büyüyecek" ama aynı zamanda "küçülecektir". Devlette yaşanan son gelişmeler, küçülmeyi, imparatorluk özleminin tatmini ile kabullenecek sivil-asker bürokrat kesimin ağırlığını artırmıştır.

14. Osmanlı'ya dönüşü kabullenecek toplumsal kesimler ise AKP tabanından ibaret değildir. Türk-İslam sentezi, Yeni Osmanlıcılığın yanında son derece başarısız bir ideolojik girişim olsa da, Türkiye sağının bugüne gelmesini kolaylaştırmıştır. Daha açık söylemek gerekirse, uygun formülasyonlarla bir referandum yapılsa, bugün Türkiye nüfusu Osmanlı'yı TC'ye tercih edecek durumdadır.

Şimdi bütün bunlar, aşırı basitleştirilmiş saptamalardır. Ancak doğrultu analizi yapabilmek için çoğu kez "basitleştirmek" gerekir.

Bunlar günümüzün gerçekleridir ve karşı dinamikler, engeller, öngörülmedik sakarlıklar, hesapta olmayan başarısızlıklar bu tabloyu küçümsenmeyecek oranda değiştirebilir. Ama şu gerçek değişmez: Osmanlı'yı, yeni türde bir Osmanlı'yı istiyorlar!

Toktamış Ateş'in "Atatürk halifeliği kaldırmamalıydı" sözünden Gazze mitinginde "hepimiz Abdülhamid'iz" hezeyanına, Tuncay Güney'in "Erdoğan Davos'ta Türkiyeli gibi değil, Osmanlı gibi davrandı" değerlendirmesinden Erdoğan'ın "Osmanlı övgüleri"ne varıncaya kadar her şey buna işaret ediyor.

Obama'nın seçilmesi bu tabloyu daha gerçek hale getiriyor. Obama'nın önceliği Afrika ve buraları... Türkiye Afrika'ya muazzam bir ilgi gösteriyor. Fethullah okulları, askeri ihaleler, THY uçuşları, yatırımlar... Sanmayın ki bütün bunlar tüccar AKP'nin koku alma yeteneği ile ilgili. ABD Fransa'yı, Almanya'yı kara kıtaya sokmamak için hamle yaptığı bir sırada Türkiye'ye neden bu kadar olanak sunsun? Dünyada işler bu kadar hesapsız yürümüyor.

Şimdi bu tabloda eksik olan, bu sürece statükoya, asker vesayetine ve elbette TC'ye karşı olmak adına destek verecek solcuların varlığıdır. Biz adayları biliyoruz, bulacaklardır mutlaka Osmanlıcılık yapmanın bir yolunu.

Ve siz kemalistler... Halk düşmanlığını aşamayıp, Osmanlı'yla hesaplaşmayı yarım bıraktığınız için, Osmanlı'yı unutturarak sorunu çözeceğinizi sandığınız için pişman mısınız?

Osmanlı uzun bir dönem ilerlemeydi. Sonra, gerileme, gericilik üretti doğal olarak. Ve nihayetinde bağımlılık, onursuzluk!

Yok sayılamayacak bir mirastır! Ama bugün Osmanlı'ya dönüş, kemalistlerin de ortak olduğu bir sorumlulukla, bizim Felaket dediğimiz şeyin tam da kendisidir.

[email protected]