Osmanlı’nın dönüşü

AKP’nin “Yeni Osmanlı” projesiyle hareket ettiğini söylediğimizde alay edenler olmuştu, bazıları da kendileriyle alay ettiğimizi düşünüp “dalga mı geçiyorsunuz” demekteydi. Türkiye’nin bölgesel iddialar taşıyabileceğine, yayılmacı bir doktrini açıktan savunabileceğine ihtimal vermeyenler ne AKP’yi ne piyasanın kurallarını ne de dünya ölçeğinde yaşanan derin sarsıntıyı anlamıştı. Bir ezberle hareket ediyorlardı.

Sonra “Yeni Osmanlıcılık”ın hem iç hem de bir dış politika pratiği olarak ete kemiğe büründüğü Erdoğan ve ekibinin ardı ardına denemeler yapmakta olduğu görüldü.

Suriye’de duvara tosladı Yeni Osmanlı. Bu hemen herkesin ortak saptamasıydı. Öncesinde alay edenler, ciddiye almayanlar, AKP’yi sevenler ve sevmeyenler hemen herkes aynı sonuca vardı: Osmanlıcılık serüveni dersini aldı!

Gezi ya da daha doğru bir ifadeyle Haziran Direnişi ile Suriye’de İhvancı bir iktidar yaratma çabalarının yaşadığı ağır yenilgi aynı yönü işaret ediyordu. Cumhuriyet’e öldürücü darbeler indiren ekip onun yerine kendi fantastik projelerini hayata geçiremiyordu.

Geçiremezdi, karşısında hem Türkiye içinde hem dışında aşılması olanaksız bir güç vardı.

Tam bu noktada bir ek yapma gereksinimi duyuyor ve “Türkiye uzun süre boşlukta asılı duramaz, AKP ne ileri ne geri gidebiliyor, bu kilitlenmeyi devrimci bir enerjiyle açmamız gerekir” diyorduk. Bu gerçekleşmezse, Türkiye’de düzen yeni ama uğursuz bir dengeye kavuşurdu.

Türkiye bir dengeye kavuşmadı ama başarısız Yeni Osmanlı projesinden başarılı olabilecek bir Osmanlıcı proje çıkarmayı pekala becerdiler. AKP, yıktığı Cumhuriyetin tarihsel ve toplumsal meşruiyetini aşamayınca, Osmanlı ile Cumhuriyeti barıştıran yeni bir sürüm geliştirmeye ikna oldu.

Yeni sürüm Osmanlıcılık dar anlamıyla AKP’ye ait değildir. Türkiye’nin büyük patronları, devlet aklı ve en önemlisi, AKP’nin aşamadığı Cumhuriyetçi toplumsal dokuyu siyaset alanında temsil iddiasındaki siyasi aktörler hep birlikte Osmanlı ile Cumhuriyet’i barıştırma operasyonunu yürütmüşlerdir.

Bu operasyon şimdilik başarılıdır, duvara filan toslamamıştır.

Bir süredir her fırsatta söylüyoruz, Türkiye’nin 1919-1923 dönemini devrimci kılan, yalnızca emperyalist işgale karşı mücadele değildir. Gerçek şudur ki, Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesi, Anadolu’daki fiili işgali sona erdirip, Türkiye’nin egemen bir siyasal birim olarak tanınmasını sağlayarak İngiltere’nin başını çektiği batılı sisteme entegre olma mücadelesidir. Bu özelliğine işaret ederek, Milli Mücadele’nin anti emperyalist karakter taşımadığını ileri sürenler bile olmuştur -ki bu son tahlilde yanlış bir tezdir.

Söylememiz gereken, Kemalist hareketin Osmanlı’da somutlanan geri, aşılmış, çürümüş, köhnemiş bir düzenle hesaplaşmasının en az işgale karşı mücadele kadar değerli olduğudur.

İşte yeni sürüm Osmanlıcılık, Cumhuriyet’le Osmanlı’yı barıştırırken bu olguyu yok saymakta, Milli Mücadele’yi yalnızca “dış düşman” ile savaşa indirgemektedir.

Dün liberaller, açık ya da utangaç AKP destekçileri Osmanlı’ya övgüler düzmekte, Cumhuriyet’in bizi geçmişimizden kopardığını ileri sürmekteydi. Örnek olsun, Latin alfabesine geçişin bir gerileme olduğunu Erdoğan’dan önce “sol” adına söyleyenler vardı. Şimdi onlar geçici de olsa gözden düştü, hatta bir bölümü cezaevinde ama Osmanlı propagandasına bu kez Cumhuriyetçiler arasından yaygın destek geliyor. CHP zaten bu yoldaydı ama bunun da ötesinde AKP’ye direnç gösteren geniş bir kesim “dış düşman” karşısında Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti ittifakını benimseyiverdi.

Sınıfsal bakışın olmadığı yerde skandallar yaşanır.

Evet, Osmanlı geri döndü.

Burada sermaye aklı var, devlet aklı var ve elbette dar anlamıyla AKP aklı var.

Yalnız ülkemizde değil onlarca ülkede yüz milyonlarca kişi, ülkemizin güzel kadınlarının, yakışıklı erkeklerinin yer aldığı ve ahmaklığın zirve yaptığı diziler aracılığıyla Osmanlı’nın Türkiye Cumhuriyeti ile barıştığı tezini izliyor. Burada ticari bir deha değil de bir stratejik açılım görmeyen aynı ahmaklığın parçasıdır.

Yıkılan Cumhuriyet’in sahibi olduğunu sanıp da AKP Türkiyesi karşısında yıllarca travma yaşayan toplumsal kesimlere de, Osmanlı-Cumhuriyet sürekliliği ya da barışması bir çıkış gibi sunuldu ve maksat hasıl oldu. Düşünün, giderek ağırlaşan ekonomik koşullarda çıkışsız kalan insanlarımıza aynı anda hem Cumhuriyet hem İmparatorluk. İmparatorluk alana üstüne Cumhuriyet, Cumhuriyet alana üstüne İmparatorluk!

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu dönemin başlangıcında bir başka imparatorluğun yıkıntılarından yeni bir düzen, yeni bir ülke doğuyor, Rus İmparatorluğu tarihe gömülüyor, Sovyet Rusya ve peşinden Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği bambaşka iddialarla yola koyuluyordu. Eski düzenin temsilcileri yeni düzenin elindeydi, Çar ve ailesi Bolşevikler iktidarı aldığında zaten gözetim altındaydı. Rus işçi ve köylülerinin devrimci hükümeti bir süre sonra elindeki bu imparatorluk kalıntılarını kurşuna dizerken bugüne kadar sürecek barbarlık yaftalanmasını göze alıyorlardı ama hükümet etmek için imparatorluğun gölgesinden kurtulmak zorundaydılar. Kurtuldular.

Aynı dönemde, 1918’de Almanya’da da İmparatorluk devrildi, Alman Devrimi Kayzer’i yargılamadı, mal varlığı ile birlikte yurt dışına zorunlu tatile yolladı; Kayzer öldü, ruhu 1933’te Hitler’in şahsında geri döndü. Kurtulamadılar.

Bizde?

2023 diyorlardı, azıcık erken başardılar, geri dönüş gerçekleşti.

Şimdi geri dönüş sırası, onu yaşatacak biricik kimlikle ve emekçi halkın sırtında Cumhuriyettedir.