Nedir bu işçi sınıfının çektiği!

Emek-sermaye çelişkisi var işçinin yanındasın. Mezhep ayrımcılığı var Alevinin yanındasın. Ulusal-etnik baskı ve inkarcılık var Kürdün yanındasın. Cinsiyetçilik var kadının yanındasın. Farklı cinsel yönelimlere tahammülsüzlük var LGBT bireylerin yanındasın. Çevre sorunlarına duyarlısın, kültürel-tarihsel değerlerin korunmasını savunuyorsun, yaşam alanlarına sahip çıkıyorsun. Devlete, devletin polisine, her tür baskıya karşısın. Emperyalizmden de milliyetçilikten de nefret ediyorsun.

Oradan oraya koşturuyor, elinden geleni yapıyorsun. Kuşkusuz iyi bir insansın, adalet duygun gelişmiş, vicdanen rahat olmasan da, vicdanlı birisin.

Peki bütün bu sıraladıklarımız bir kişiyi değil de bir siyasi hareketi tanımlıyorsa?

Bir tuhaflık var demektir.

Çünkü nerede bir haksızlık görüyorsa oraya seğirten bir hareket devrimci misyon üstlenemez, en fazla yancı konumuna düşer.

Siyaset, birincil sorunları ikincil olanlardan ayrıştırmayı, önceliklerle hareket etmeyi, farklı olguların birbirleriyle bağlantılarını belli bir hiyerarşi içinde kurmayı gerektirir. Komünistler açısından bu söylenen, topluma işçi sınıfını merkeze koyarak yaklaşmak, sorunları kapitalist sistemin eleştiri ve inkarının içine yerleştirmek, olaylara sınıfsız toplum hedefini, bu hedefe ulaşmak için önkoşul olan siyasal devrimi gözeten bir bakış açısıyla yaklaşıp müdahale etmek anlamına gelir. Bu siyasal yaklaşımın arkasında ideolojik (ki ahlak ve vicdanı da içerir) önkabuller olduğu için, her tür eşitsizlik ve adaletsizliğe karşı durmak komünist olmanın bireysel ve kolektif sorumluluklarındandır.

Ancak bu bir hareket, bir örgütlenme için ne toplama işlemidir ne de siyasal bir konumlanışın üzerine örtecek ahlaki bir duruş.

Komünist hareket, işçi sınıfı öncülüğünde toplumsal kurtuluş kapısını açmak ve insanlığı sınıfsız-sömürüsüz bir düzene doğru ilerletecek siyasal koşullar için mücadele etmek zorundadır. “Her tür…”le başlayan ve sınıflı toplumların başımıza sardığı adaletsizlik, eşitsizlik ve baskıyla mücadele, bu ana mücadele konusuna bağlanmalı, onun çıkarlarına tâbi kılınmalıdır.

Türkiye’de bu tutuma bencillik deniyor.

Asıl bencillik, parçalara belirleyicilik atfetmektir oysa.

Çağımız, insanlığın kurtuluşunu önemsizleştiren, onun üzerini örten her tür ideolojiyle sert bir biçimde hesaplaşmayı gerektirecek kadar sosyalizmi çağırıyor. Çağrı da değil, insanlığın çığlığı bu…

Yıllardır kimlik siyasetinin her türlüsü sınıf gerçekliğinin tepesine binmiş, siyasal bir varlık olarak işçi sınıfını kemirerek silikleştirmiştir. Bugün birçok ülkede işçi sınıfının çıkarları kimsenin umurunda değildir dinsel, etnik, cinsel, kültürel referanslar üste çıkmıştır.

Tersi bir müdahale gereklidir.

Müdahale, görmezden gelerek yapılamaz. Bir dizi sorunu önemsizleştirme girişimi asla çözüm değildir. Kapitalizmin hangi sorununun bir kriz başlığına dönüşeceğini tam olarak bilmek olanaksız olduğu gibi, işçi sınıfı hareketi toplumsal dinamikleri kendine bağlama yeteneği kazanmaksızın sermaye sınıfını deviremeyecektir.

İşçi sınıfı hareketinin, hareketin zaman ve mekana dirençli amacı sosyalist devrim perspektifinin her başlıkta merkeze konması gözetilmelidir. Bu titizliğin ortaya çıkaracağı sorular şunlardır: Bir sorun harekete nasıl enerji katar?.. Bir toplumsal dinamik işçi sınıfı hareketini nasıl ilerletir?.. Özgül bir sorunla ilgili hangi konumlanış sosyalist devrimin çıkarlarına uyar?

Geçtiğimiz ay, İskoçya’nın bağımsızlığı için bir referandum yapıldı, “ayrılma”yı savunanlar kaybetti. Marksistler, genel olarak sol konuyu çok tartıştı. İskoçların bilinen anlamda bir ulus teşkil etmediğini, bu nedenle ayrılmanın temeli bulunmadığını söyleyenler olduğu gibi farklı düşünenler de mevcuttu: İskoçlar ulus olmasına ulustu ama ezilen bir ulus değildi!

Buradan ilerlemeye çalıştılar. Oysa asıl sorulması gereken, hangi stratejinin bir bütün olarak Birleşik Krallık’ta emekçi sınıfları ayağa kaldıracağı, onların mücadele ve örgütlenme olanaklarını genişleteceği, dünya devrimci hareketine yarayacağı olmalıydı. Bunları gündeme getirenler de oldu. Yine anlaşamadılar. Ayrılmanın işçi hareketini böleceğini ileri sürenler vardı. Bir de İskoçya’da bağımsızlık talebini milliyetçiliğin değil, neo-liberal politikalara tepkinin tetiklediğini iddia ederek, İngiliz emperyalizminin ve sermaye sınıfının İskoçya’nın bağımsızlığıyla büyük bir darbe alacağını söyleyenler.

Tartışmaya değer…

Biz ise Türkiye’de öncelikle sınıf siyasetini neredeyse vicdansızlıkla itham edecek kadar ileri giden mahalle baskısından kurtulmak durumundayız. Bir de sınıf siyasetini “dayanışma”ya indirgeyen ve sadece sınıfın farklı kesimlerinin karşılaştığı haksızlıklar karşısında ses yükselterek sınıf eksenine yerleşilebileceğini sanan zihniyetten… Sınıfa da kimlikçi yaklaşmaya kalkma eğiliminden…