Ne oldu şimdi?

CHP ile MHP anlaştı, sonradan hatırlamadığım sayıda parti eklendi, adına Çatı Adayı dediler ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Erdoğan’ın karşısına çıkarmış oldular. Bir danışman ve katalizör olarak Gülen Cemaati’ni de unutmamak gerek.

Peki hedef neydi?

Benim görüştüğüm hiçbir CHP’li, tabanda ya da tavanda, Ekmeleddin’in ilk turda yüzde 50’nin üzerinde oy alıp Çankaya’ya yerleşeceğine inanmıyordu. İkinci tura kalınma durumundaysa, BDP seçmeninin önemli bölümünün Erdoğan’ı destekleyeceğini düşünenlerin sayısı bir hayli fazlaydı. Kimsede heyecan yoktu, kimse umutlu değildi. Oy kullanmaya hazırlananların temel içgüdüsü kaygıydı.

Üstelik son bir hafta, son bir ayla sınırlı da değildi bu. Öyle başladı, öyle devam etti.

O halde, özellikle CHP içinden gelen tepkiler neden göze alındı ve seçileceğine ilişkin bir inanç olmadan Ekmeleddin’de ısrar edildi?

Çünkü…

Yıllardır söylediğimiz gibi, Erdoğan’dan, bugün yerleştirilmeye çalışılan rejimin ana hatlarını, temel özelliklerini koruyarak kurtulmak isteyen odaklar, sınıfsal güçler var Türkiye’de ve dünyada. Bu güçler, Türkiye siyasetine müdahale etmek, şekillendirmek için ellerine geçen olanakları değerlendiriyorlar.

Haziran Direnişi, bir kez sokağa inen halkın kontrol altında tutulmasının, ideolojik olarak yönlendirilmesinin sınırlarını gösterdi. Bu yolun kapanmasını istiyorlar. Haziran’ın, diktatörün şu ana kadar kazanamadığı biricik karşı karşıya gelişin, "bir işe yaramadığı" düşüncesini bu nedenle bütün kanallardan yaydılar. Ve 2013 Haziranı’nda yerle bir olan, “alternatif yine mufazakarlaşmada, sağcılaşmada” tezine bir kez daha inandırıcılık kazandırdılar. 30 Mart’ta CHP’nin aday politikası bu kafanın, bu projenin ürünüdür. Ekmeleddin de.

Toplum, seçilme şansı olmayan bir adayla, seçeneğin sağda olduğu fikrine biraz daha alıştırılmış oldu. Üçüncü adayın bu tabloyu değiştirdiğini kimse iddia edemez. Hatta, kuvvetlendirdiği bile söylenebilir. Demirtaş eğer solu da temsil eden bir aday olduysa, en başta Türkiye’de solculuğa biçilen sınırı göstermiştir.

10 Ağustos günü sandığa gidip oyunu kullandıktan sonra televizyon ekranı karşısında moralini bozanlar, ortaya çıkan tabloya bu açıdan bakmalı.

Bundan sonrasını kazanmak için.

“Ne yapacağız, siz de bir şey önermiyorsunuz” yakınmasında bir tuhaflık var. Her çıkış yolunun bir başlangıç noktası olur. Türkiye’deki başlangıç noktası, Haziran Direnişi’dir. Oldu-bitti-geçti yok. Bu direniş de göstermiştir ki, Erdoğan’ın temsil ettiği zihniyetin normalleşmesi, istikrara kavuşması söz konusu değil.

Neden değil?

Çok geniş bir kesim kabullenmiyor da ondan.

Kabullenilmeyen, Türkiye’nin daha fazla muhafazakarlaştırılması, insanların yaşamlarına dayatmalarda bulunulması, cehaletin, çirkinliğin, gericiliğin erdem haline getirilmesi, ABD uşaklığının, hırsızlığın kanıksanmasıdır. Sağcılığa şiddetli bir itiraz var.

Bu itirazda Ekmeleddin’e yer yok. Bu itirazda MHP felsefesine de yer yok!

Başlangıç noktası bu.

Bu nokta önemsenecek ve yola sonra devam edilecek.

İşte o yol, bu kabullenmemeyi bir toplumsal projeye bağlamak.

Kapitalizm ya da mevcut düzen, bu kabullenmemeyi içine sindiremiyor, içinde barındıramıyor. Birçok kişinin, Haziran’da sokağa dökülenlerin önemli bir bölümünün şu anda bir düzen değişikliği talebi yok belki. Ama Ekmeleddin’de simgelenen değerler sistemiyle de bir alakaları yok.

Bu çelişkinin çözümü, siyasetin konusudur, sol siyasetin konusudur.

Ekmeleddin’e razı gelen, Erdoğan’a razı gelir.

Ancak insanlar mutsuz, hoşnutsuz ve öfkeli. Demek ki…

Haziran ruhu yaşıyor. Kendini illa aynı biçimlerde dışa vurmayacak belki ama kendini mutlaka hissettirecek.

Türkiye’nin daha fazla muhafazakarlaştırılması, insanların yaşamlarına dayatmalarda bulunulması, cehaletin, çirkinliğin, gericiliğin erdem haline getirilmesi, ABD uşaklığının, hırsızlığın kanıksanması kabul edilmiyorsa, bunun sönümlendirilmesi girişimlerinin başarısı kadar, bunun sınıfsal bir temelde bir toplumsal projeye bağlanması da mümkündür.

Çankaya’daki bir Erdoğan, arkasında sorunlara gebe bir parti bıraktığı da hesaba katıldığında, bu arayışı tetikleyecektir.

Yeter ki, 30 Mart’ta, 10 Ağustos’ta sahnelenen normalleşme tezgahının 2015 seçimlerinde karşımıza çıkarılacak versiyonuna itiraz edenlerin sayısını hızla artıralım. Kabullenmeyenler azalmasın, çoğalsın!

Seçim için değil, Türkiye’nin geleceği için…