Milliyetçilikler

14 Kasım 2012'de SOL GAZETESİ'NDE "BAYKUŞ BAKIŞI" köşesinde yayımlanmıştır. Kemal Okuyan'ın yazılarını soL Gazetesi'nde her gün okuyabilirsiniz.

Milliyetçilik farklı biçimlerde tanımlanabilir. Bir açıdan milliyetçilik, kendi ulusunu her ne pahasına olursa olsun kayırmaktır.

Başka uluslara zarar verebilirsiniz, insani değerlere, hatta o ana kadar bizzat savunageldiğiniz değerlere zarar verebilirsiniz. Parçası olduğunuz ulusu kayırırken…

Türkiye, milliyetçiliğin kökleri çok zayıf ama milliyetçisi bol bir ülke. Başka ulus milliyetçiliklerine de rastlanıyor ama Türkiye’nin gündeminde Türk ve Kürt milliyetçiliği var. Daha doğru bir ifadeyle, Türkiye’nin kilitlenen gündeminde…

Bu kilidi, ne milliyetçiliklerin yumuşaması ne de farklı milliyetçiliklerin birbirini anlaması açamaz. O eşik çoktan aşıldı. Farklı milliyetçiliklerin üzerine yerleşen siyasi akımlar, yalnızca “milliyetçilik”le tanımlanamasalar da, yeni bir siyasi iklimin yaratılmasında belirleyici olamazlar. Kürt siyaseti için de, kendini Kemalizmle özdeşleştiren geniş bir yelpaze için de bu geçerlidir.

Şunları bir düşünün… 30 yıldır savaş atmosferinin solunduğu, on binlerce insanın öldüğü bir ülkede, Cumhuriyet’in kazanımlarını bir bir ortadan kaldırdıktan sonra, artık başka bir Cumhuriyet’i temsil eden iktidara karşı 29 Ekim’de yürüyenlerin en büyük coşkuyla haykırdığı slogan “Mustafa Kemal’in askerleriyiz”se yıllarca farklı bir siyaset izleyip, zaman zaman çok sert eleştirilerde bulunduğu Barzani’ye, kongresinde yalnızca ve yalnızca o bir Kürt siyasetçisi diye saygıda kusur etmiyorsa BDP, bu kilitlenmeyi açmak için başka şeylere gereksinim var demektir.

Ne kadar sevilirse sevilsin, bir kişinin askeri olmak iyi değildir. Dahası insanların arasında büyük yarıklar açan savaş ortamında “asker olmak”tan söz etmenin bir başka ulusa “ben seninle savaşırım” meydan okuması olarak anlaşılması kaçınılmazdır. Beri yandan “vur gerilla vur…” sloganı da bayağı bir meydan okuma değil midir?

Peki nerede durulacak? Nereden taviz verilecek?

Herkes diyor ki, siyaset dili, toplumdaki hoşgörüyü yansıtmıyor, onun çok gerisinde. Aşırı iyimser bir yaklaşım bu. Bana toplumdaki daha çok kayıtsızlık, ilgilenmeme ve zaman zaman da hesapçılık gibi geliyor. Tamam iyi, güzel, ortalık şimdilik birbirine girmiyor ama kimse kendini aldatmasın. Tabandaki söylem siyasetin dilinden çok daha acımasız.

MHP henüz açıkça “defolup gitsinler” diyemiyor örneğin. Oysa herkes biliyor ki, başka bağlamlarda milliyetçilikle uzaktan ilişkili olmayan birçok kişi bu noktada ve çevresine düşüncelerini açıkça dile getirmekte. İnternetin karanlık dehlizlerinde Kürtler için yapılan yorumlara bir bakın, bunların hepsi polis değil, ajan değil, provokatör değil…

Ve benzerini Kürtler de yapıyor. Türk denince dehşete düşen çok Kürt var bu ülkede.

“Ezilen ulusun bu psikolojisine müsamaha gösterilmeli” diyenlerden değilim. Bir coğrafyanın psikolojisinin topyekun bozulmasından söz ediyorum.
Ötekine saygı, hoşgörü filan güzel temenniler de, bu nasıl bir zeminde üreyecek?

Barzani benim dostum olamaz örneğin, Amerikancı, liberal bir siyasetçi. Ötekine saygı için Barzani’yi içime mi sindirmem gerekecek ya da ucuz işgücü sömürerek zenginleşen Kürt patronunu?

Erdoğan’a da Türk siyasetçisi diye saygıda kusur etmemem gerektiğini söylerse birileri eğer ne yapacağım?

Ulusal hassasiyetler nerede başlar, nerede biter bunu nasıl anlayacağız?

Çıkış başka bir yerde… Etnik referans, ötekine hoşgörüden çok düşmanlık üretir. Bundan kaçamazsınız. Türkiye ötekini uluslararası tekeller, gericilik, sömürücülük, emperyalizm diye kodlayan, bunu dillendiren bir siyasi akıma gereksiniyor. AKP’nin verdiği hiçbir acı ders, farklı milliyetçilikleri törpüleyip bu noktada birleştirmeye yetmez. Farklı milliyetçiliklere doğru yönelen geniş kitlelerin “başka bir kamplaşma mümkün”ü görmesi, hissetmesi gerek.

Kardeşlik içi boş bir sözcük olarak görülmeyecekse eğer...