Mahkeme Yaklaşırken...

Ergenekon operasyonu artık mahkeme sürecinde. Ekim ayının sonlarına doğru başlayacak duruşmaların ne kadar süreceğini kimse bilmiyor. Ancak iddianamenin hacmi, delil dosyalarının kapsam ve yapısı, sanık sayısı ve birçok sanığın özel durumu, yalnızca teknik açıdan bile mahkemenin uzun süreceğine işaret ediyor. Bir de işin içine siyasal dengeler ve soruşturmanın zayıf noktaları girince...

Olağan koşullarda bu dava çok uzar. Tabi eğer birileri, lastik gibi uzayıp ortalığı iyice karıştırmasındansa, bir an önce nihayete ersin demezse... Bu durumda da iddianamenin bütün yükünü yıkabilecekleri "ekibi" seçmeleri gerekiyor. Dün de yazdığım gibi, kontrgerillanın sürekliliğini simgeleyen isim olarak Veli Küçük'ün sağlık sorunları "iyi başladık da nasıl bağlayacağız" diyenleri mutlaka rahatlatıyordur.

Ölümler üzerinden siyaset yapan bir devlet geleneğine yakışır doğrusu...

Bütün bunlar bir yerden sonra solu ilgilendirmiyor. Eğer güncel sorulara yanıt vererek siyaset yapılacaksa, sol doğru soruları formüle etmenin yolunu bulmalı ve daralan kanallarda siyasetin yüksek debiyle aktığı bir dönemde yanıtlayacağı soruları ve önceliklerini yeniden gözden geçirmelidir.

O halde kilit, başlangıç sorusu nedir?

Ergenekon operasyonunun gerçekten demokratikleşmeye hizmet etmesi için sol nasıl tavır almalıdır? Bu soruyla başlanabilir mi?

Devletin iki hizbi arasındaki mücadelenin yarattığı olanak değerlendirilerek Türkiye'de yaşanan bütün cinayetlerin ve darbelerin hesabının sorulması ve sistemin ipliğinin pazara çıkması için sol nasıl bir çaba içine girmelidir? Liberal hatlar taşıyan ilk sorunun devrimci versiyonu olarak görebileceğimiz bu soruya verilecek yanıt solun önünü açabilir mi?

İki formülasyon arasındaki farkı küçümsemiyorum. İlki solu AKP'ye bağlama girişiminden başka bir anlam ifade etmez, verilen yanıtlar hükümeti cesaretlendirmek ve Amerikancı demokrasiyi kutsamaktan öteye geçemez. İkincisine ise bir devrimci uyanıklık atfetmek mümkün... Ancak dönüp dolaşıp aynı sorunla karşılaşılacaktır. Demokratikleşme paradigmasına mahkum olunduğu sürece döneme devrimci bir müdahalede bulunulamaz. Yukarıdaki ikinci soru, ancak başka bir bağlama yerleştirildikten ve asli soruya sağlam yanıtlar verildikten sonra işlevlenebilir.

Asli soru, hâlâ "Ergenekon operasyonu, hangi güçler tarafından nasıl bir siyasal hesapla gündeme getirildi"dir. Kimileri, "tamam bu işin arkasında ABD var ama..." diyebiliyor. Enteresan bir "ama"! "Susurluk'ta da ABD parmağı vardı ama..." Bu da deniyor. Oysa soru bir bütün olarak ele alınmalı ve yanıtlanmalı. Hangi güçler, neden!

İşte o "neden" sorusuna yarım yamalak yanıt vererek yol alamayız. Çünkü, solun kendine devrimci bir yol çizebilmesi için Ergenekon'un, burada defalarca, bıkmadan yazmış olduğumuz siyasal rasyonalitesini merkeze koyması gerekiyor. Tekrar edelim, dar anlamıyla Ergenekon operasyonu, Türkiye'de ABD ve AB ile genel olarak uluslararası sermayenin projelerinde pürüz haline gelen bazı unsurların tasfiyesidir. Daha geniş anlamıyla, Ergenekon operasyonu, emperyalizmin Türkiye Cumhuriyeti'ni kendi projeleri adına "başkalaştırma" hamlesinin önemli bir bacağıdır.

Bu hamle, ekonomik, siyasal, kültürel, askeri ve hukuki boyutları olan bir saldırıdır.

Evet, Susurluk'ta da ABD vardı. Bunu o zamanlar yazdığımızda dudak bükülüyordu ama Susurluk bir saldırı değil, sistemin kendini savunma, kendini toparlama ihtiyacının ürünüydü. Restorasyon dediğimiz, kapsamlı bir sürecin parçasıydı. Aşırı şişen, kendine zarar veren mekanizmaların budanması... Karşı devrimci misyonlar üstlenen radikal islam ve milliyetçiliğin merkeze doğru çekilmesi...

Susurluk'ta gerçekliği tartışılacak tek bir iddia ortaya atılamadı. Sola çamur sıçratılamadı. Çünkü sistem "kaza"dan kazasız belasız yararlanmak, kontrgerillaya çeki düzen vermek istiyordu. Az çok başardılar. "Mutlak tasfiye olmaz" diyorduk o dönem, geriye çekilirler, etkisizleştirilirler...

Susurluk operasyonunda burjuvazinin bütün derdi sola alan açılmasını engellemekti. Solun "haklı" olduğu ortaya çıkmıştı, bu haklılığın solu palazlandırmaması için liberal bir örtü çekmeye çalıştılar solun üzerine...

Şimdi ise saldırıyorlar. Liberalizm de bir örtü olmaktan çıktı, karşıdevrimin keskin kılıcı durumunda. Çünkü amaçlanan kontrgerillaya çeki düzen vermek, safraları atmak filan değil. Çok daha kapsamlı bir proje var elerinde ve sola alan açıp açmamayı değil, önümüzdeki dönem sermaye projelerinin önünde durabilecek tek güç olan devrimci hareketi mutlak olarak bitirmek için uğraşıyorlar.

Uzatmayalım, sol, düzenle hesaplaşmasını Ergenekon girdabında yapmaya kalktığı anda "biter"! "Az kaldı, silkeleyelim faşizm çöküyor" çığrışı absürd bir şaka değilse, mezarlıktan gelen bir ıslık sesidir.

Ama filan yok... Ergenekon operasyonu, hangi güçler tarafından nasıl bir siyasal hesapla gündeme getirildi? Bu soruya açık bir yanıt verecek ve sonra diğer sorulara geçilecek.

Ardından gelen iki soru... İnisiyatif kimdedir, bugün inisiyatifi elinde tutanların ipleri elinden kaçırması mümkün müdür? Emperyalist ülkeler bugün destek çıktıkları AKP'yi yarın başka güçlere yedirtmek isterler mi?

Birine, "inisiyatif kimde" sorusuna artık yanıt vermek istemiyorum. Yıllardır içeride ve dışarıda devrimci marksizm adına AKP'nin "hükümet olup iktidar olamadığı"nı söyleyenlerdedir yanıt hakkı! İkinci soruya ise "elbette" ama bugün Ergenekon adı altında toplanan küme söz konusuysa, "asla" yanıtı verilmeli. ABD, AB ve sermaye sınıfımız için AKP'yi, TSK'yı, MHP'yi ve CHP'yi aşağı yukarı aynı perspektife yerleştirmek esastır. Bunu büyük ölçüde gerçekleştirdiler.

Asli sorular setinin son halkası, doğal olarak şudur: Sol, emperyalizmin ve sermaye sınıfının AKP eliyle yürüttüğü kapsamlı saldırıya hangi perspektif ve araçlarla direnmelidir?

Bu saldırı "Ergenekon'da sonuna kadar gidilsin"le durdurulabilir mi veya Ergenekon operasyonu AKP'nin elinden alınarak emperyalist saldırı zayıf düşürülebilir mi?

Açıkçası, eğer devrimci hedeflerden söz ediyorsak, en kritik soru bu. Ve yanıt belli... Piyasacılığa, emperyalizme ve gericiliğe karşı sınıfsal temellere oturtulmuş bir mücadele gerekiyor. Ergenekon operasyonu ise tersine çevrilemez. Sol kendini başka bir zemine çekip, orada mücadele etmek durumundadır. Kontrgerilla ve darbecilikle de...

Ama Ergenekon operasyonu ve mahkeme sürecinde suskun kalınamayacağına göre, basacağımız zemini iyi tarif etmeli ve sağlama almalıyız.

Zaten yukarıda yer verdiğim dört temel soru, Ergenekon davası ile ilgili diğer soruların kilidini açmaktadır. Bir tanesine başta değinmiştim. Onu biraz değiştirerek, Ergenekon operasyonu nedeniyle kaçınılmaz olarak artan kamuoyu ilgisinden yararlanarak Türkiye'de yaşanan bütün cinayetlerin ve darbelerin hesabının sorulması ve sistemin ipliğinin pazara çıkması için sol nasıl bir çaba içine girmelidir sorusu gündeme gelebilir. Bu soruya "12 Eylül'ü sorgulamak" yeterli bir yanıt oluşturmuyor artık. Türkiye solu bir hesaplaşmaya girecekse artık sermaye diktatörlüğüyle "tam boy" yüzleşmenin yolunu aramalıdır. 12 Eylül bir milatsa, Türkiye Cumhuriyeti'nin o günden bu yana bütün hükümetleri, bütün başat siyasetçileri ve bütün üst düzey bürokratları "suçlu"dur. Bu anlamda ok yaydan çıkmıştır.

Sonra, Ergenekon soruşturması sırasında kabul ettirilen "yeni bir hukuk" var... 12 Mart ve 12 Eylül'de hukuksuzluğun daniskası ve en kanlısı ile karşılaşmış olan Türkiye solu "oh olsun" modunda... Anlaşıldığı kadarıyla "nasılsa kabak solun başına patlıyor, bari içimizin yağı erisin" diye düşünülüyor. Peki madem böyle, yıllarca insan hakları ve demokratikleşme başlığı sosyalizm mücadelesinin üzerini örten bir ucube haline neden getirildi? Bu kadar önemsizse hukuksuz delil toplama, "gizli tanık" yaratma, özel yaşamın didik didik edilmesi, şimdiye kadar bir kısım sol ne ile ve neden iştigal etti? Oysa, sorulması gereken sorulardan biri şudur: Ergenekon davası sırasında Türkiye solu bir siyasal başlık olarak hukuk alanında nasıl bir konumlanış alacaktır?