Lafı dolandırmayan yazı

Bu düzenin değişmesi için mücadele ediyoruz. Bu düzen dediğimiz, sermaye sınıfının egemen olduğu toplumsal sistem. Değiştirmek isteyenler işçi sınıfının, emekçi halkın çıkarlarını savunanlar, sınıfsız-sömürüsüz bir dünya kurmak isteyenler.

Son tahlilde iki cephe var. Bugünkü düzenin devamını isteyenler ve bu düzen değişecek diyenler. Geniş bir kesim ise bu düzenden şu ya da bu nedenle şikayetçi, ama bir düzen değişikliğini çeşitli nedenlerle ya istemiyor ya göze alamıyor ya bunu mümkün görmüyor ya da böyle bir şeyi hayal dahi edemiyor.

Bu kesim büyük çoğunlukla emeği ile geçinen insanlardan oluşuyor. Bugün temel sorunumuz, mümkün olduğunca fazla kişiyi, şikayet etmekten çıkarıp mücadeleye yöneltmek ve düzenin değişmesi için irade koyar hale getirmek.

“Şikayet ediyorum, ama düzenin değişmesini istemiyorum” diyenlere sabırla anlatıyoruz: Bu düzen sana gericilik verdi, bağımlılık verdi, her şeyine karışan baskıcı bir yönetim verdi, işsizlik verdi, eşitsizlik verdi, adaletsizlik verdi, cemaat verdi, şişkin elektrik faturası ve kart borcu verdi, cehalet verdi, çürüme verdi, Kürt sorununu verdi, Erdoğan’ı verdi. Geleceğini aldı, özgürlüğünü aldı, hatta evlatlarını aldı. Karar senin…

Bugün şikayetçi olanların sayısı çok, düzen değişikliği için “ben de varım” diyenlerin sayısı ise gerçekten çok az.

Bize “önce şikayet etmeyenlerden başlayalım, onlar fazlasıyla yoksul” diyenler oluyor zaman zaman. Yoksul, kandırılmış, çoğunlukla cahil…

Doğrudur, doğrudur da, bu kandırma meselesi biraz karışıktır. Kandırılanların kandırması da söz konusudur ve bayağı derin bir mevzudur bu.

Şikayet edenlerden başlanmalıdır.

Çünkü onların da büyük bölümü yoksuldur. Ve doğrudur, şikayet edenler için çoğunlukla cahildir diyemiyoruz.

Dememiz mi gerekiyor.

Deliliğe methiye düzülebilir bazen ama cehalete asla!

Önce bugün şikayet edenleri, düzen değişikliği isteyenleri, emeğin cephesine çekmemiz, ikna etmemiz gerekiyor. Zaman aleyhimize işliyor, bu nedenle büyük bir hızla.

Bugün şikayetin öne çıkan başlığı gericilik. Dün “laikliği savunmak sana mı kaldı” diye çıkışanlar, “Türkiye’de din devleti tehlikesi yok” diye ahkâm kesenler bile aydınlanma mücadelesinde öne geçmek için birbirini itiyorsa, bundan rahatsız olmanın anlamı bulunmuyor. Gerçek, somut bir karşılığı var, hem tehdidin hem de direncin.

Kuşkusuz şikayetçi olanların tek derdi gericilik, dinselleşme değil. İşsizlikten, yoksulluktan, ırkçılıktan fena halde dertli olanların da sayısı artıyor.

Ne ki, düzen değişikliği programına çekmek, sosyalizm için örgütlü mücadeleye katılmak için şikayetçi olmak yetmiyor.

Dedik ya, bir bölümü böyle bir olasılığı aklına dahi düşürmemiş. Aklına düşürenlerin bir bölümüyse hesap yapıyor. Kazanma şansı var mı diye sorguluyor, risk analizi yapıp neleri kaybedebileceğini listeliyor, korkuyu aşmak için gerekli vicdani enerjinin maliyetini çıkarıyor.

Türkiye’de işçi sınıfının önemli bir bölümünden orta sınıflara, küçümsenmeyecek bir nüfus bölmesi, bilerek ya da farkında olmadan bu muhakemeyi yapıyor: Değer mi?

Sistemin borç ekonomisiyle çürütücü dünyada sağladığı “olanaklar”, hedonizme varan bir etki yaratıyor şikayetçi kesimlerde.

Örgütlenmek diyoruz; örgütlenme Türkiye’de artık sarsmanın ötesinde çarpmak, dönüştürmektir. Sözünü ettiğim kesim için zamana yayılamaz, sabırla örülemez. Çünkü sistemin umutsuzluk, korku ve hazcılığa teslimiyet-uyum yayan etkisiyle yarışamazsınız. Sarsıp o bağları bir anda koparmak zorundasınız.

Bir an önce…

Ekonomik kriz patlamadan.

Çünkü ekonomik kriz patladığında işler değişecek. Bugün şikayet etmeyen kalabalıklarda faşizm için gerekli negatif enerji fazlasıyla ortaya çıkacak. Eğer biz bugün şikayetçiler arasında düzen değişikliği için kendini ortaya koyanların sayısını hızla artıramazsak, yani emekçi halkın içinde omurga görevini üstlenecek örgütlü unsurları yaygın hale getiremezsek, bugün halinden memnun olan AKP kitlesi içindeki sessiz yoksulların, yaşadıkları hayal kırıklığını düzenden değil kendi sınıf kardeşlerinden çıkardığını göreceğiz.

Eğer alternatif bir an önce büyütülmezse…

Evet, bugün iş sahibi işçi kaybedecek şeyi olduğunu düşünüyor. Gırtlağına kadar battığı borç sarmalını çevirme yeteneğini örneğin… Kendini “işçi” olarak görmek istemeyen milyonlarca eğitim, sağlık emekçisi, teknik eleman, ofis çalışanı, avukat şikayet ediyor, ama “belki aradan sıyırabilirim” duygusuyla hareketsizleşiyor. Sıyırma olanağı kalmadığını anlayan ya da tamamen ümitsiz geniş bir toplamsa şikayetini nereye bağlayacağını bilmiyor, dahası kaybedecek bir şeyi olmasa da bu kez kaybetmekten korkuyor.

Bir kesimin sarsılmaya gereksinimi var. Tek bir hamleyle.

Bir kesimin ise karşı tarafın zayıflığına ikna edilmeye…

Karşı tarafın zayıflığını, “biz onlardan daha güçlüyüz”den ibaret bir goygoyculukla gösteremezsiniz. “Güçlüyseniz neden hep dayak yiyorsunuz” diye sorarlar…
Biz haklıyız tamam.
Kazanacağız tamam.
Tarihsel olarak güçlüyüz tamam.
Birleşirsek, örgütlü olursak çok güçlüyüz bu da tamam.

Ama bunlar kadar önemli olan, karşı tarafın zayıf olması.

Karşı taraf zayıf çünkü kapitalizm kriz üretir.

Karşı taraf zayıf çünkü kapitalizmin krizi yalnızca ekonomik alanda değil siyasal ve ideolojik alanda da ortaya çıkar.

Karşı taraf zayıf çünkü emperyalist dünya tek bir bütün değildir, itler arasında çıkar çatışmaları vardır.

Karşı taraf zayıf çünkü sermaye sınıfı rekabet ve iç çelişkilerden arınamaz.

Karşı taraf zayıf çünkü küçük bir azınlığın egemenliğini, büyük çoğunluğu kâh uyutarak, kâh aldatarak, kâh bastırarak sürdürmek zorundadır.

Karşı taraf zayıf çünkü kâr arayışı çoğu örnekte akıl bırakmaz.

Karşı taraf zayıf çünkü en basit sorunları dahi çözebilme yeteneğini yitirmiş bir düzeni devam ettirmeye çalışmaktadır.

Karşı taraf zayıf çünkü insanlığın şu ana kadarki birikimini reddederek ayakta kalamaz ama reddetmediğinde de ayakta duramıyor.

Devrimler egemenlerin cephesi sağlam olduğunda gerçekleşmez.
Devrimler düzen çatırdadığında meydana gelir.
Ey umutsuzluğa kapılanlar, kafanızı kaldırın, düzen cephesinin zayıflıkları bilimsel bir doğrudur, düzen cephesinin çatlakları fizik bir yasadır, düzenin çatırdayacağı bir kehanet değil gerçekliğin kesin bir parçasıdır.

Yeter ki o zayıflıklardan avuntu çıkarmayın, çatlaklara yerleşip idare etmeyin, çatırdayan bir düzende nasıl yırtarım hesabı yapmayın.
Bakın reisleriyle hocaları arasındaki sürtüşme bir zayıflıktır; onlardan birine yanaşırsan o zayıflık senin de zayıflığına dönüşür; bu sürtüşmeyi düzen değişikliği cephesi için değerlendirirsen onların zayıflığı senin gücündür.

Umutlu ol, zaman kaybetme.