Kubilay’dan bugüne...

Kemal Okuyan'ın "Kubilay'dan bugüne...” başlıklı yazısı 24 Aralık 2012 Pazartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Menemen olaylarıyla ilgili olarak Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in yaptığı açıklamayı okudunuz mu? Bir yandan TSK’nın geleneksel konum ve itibarını özleyenlere “hassasiyetlerimizde bir değişiklik yok” demeye getirmiş, öte yandan İkinci Cumhuriyet’in erkan-ı harp reisi olmanın hakkını vererek “laiklik”le ilgili hamasi sözlerden uzak durmuş.

Ortaya çıkan tablo, bu karanlık günlerde insanı güldürmektedir doğal olarak: “23 Aralık 1930’da Menemen’de meydana gelen bu üzücü olay, kutsal değerlerimizi kötüye kullanarak, halkımızı tahrik etmek isteyen gözü dönmüş, art niyetli bazı kişi ve grupların gerçek yüzlerinin görülmesi bakımından önem taşımaktadır…” Genelkurmay Başkanı Kubilay’ın öldürülmesiyle ilgilli bunları diyor.

Kutsal değerlerin kötüye kullanılması…

Necdet Özel şahane olmuş, yerine oturmuş. Bugün biri çıksa önemli birini din-iman adına vursa örneğin, yine aynı türde açıklama yapacak besbelli: Kutsal değerlerimizi kötüye kullananların…

Kötüye kullanılan ne? Bir şey kötüye kullanılabiliyorsa nasıl kutsal olabiliyor?

Cumhuriyet’i içine sindiremeyen toplumsal kesimlerin bundan 82 yıl önce Menemen’deki hamlesi ve bu hamleyi söz konusu kesimleri kontrol altına almak için fırsat olarak kullanan iktidarın tavrı bir açıdan kanlı bir hesaplaşma olarak görülebilir, bir diğer açıdan “birlikte yaşama”nın kurallarının belirlenmesi olarak…

Birlikte yaşayacak olanlar laisist siyasal sitem ve devlet ile gerici toplumsal kesimlerdi.

Yaşadılar da… Birinci Cumhuriyet toplumsal yaşamı aydınlanmacı bir perspektifle dönüştürmek yerine, bazı hava delikleri açmakla yetindi.

Gerici toplumsal kesimler oyunun kurallarını fazla zorlamadıkları sürece bildikleri gibi yaşamaya devam etti, yeri geldiğinde toplumun uyanan kesimlerine karşı kah sigorta kah caydırıcı güç olarak kullanıldı.

Öykünün sonunu biliyorsunuz.

Piyasa gericilik üretir. Piyasa güçlerini geliştirmek için yanıp tutuşan bir sistem aydınlanma ruhunu ergeç sakatlayacaktı. 1920 ruhu değerlidir, çok değerlidir ama ona sinen kapitalist perspektifin çürütücü etkisini görmezden gelip, olup bitenin faturasını yalnızca yobazlara çıkarmak olmaz.

Biraz daha devam edeyim… Kubilay’ın boğazını kesen zihniyet olmasaydı, Türkiye’yi sömürü düzeninden kurtaracak köklü dönüşüm büyük olasılık gerçekleşirdi.

Dolayısıyla bilinsin ki, Birinci Cumhuriyet’in yönetici sınıfını emekçi halkın öfkesinden koruyan yalnızca darbeler ya da faşist hareket değil, Türkiye’nin gerici nüfusudur da…

Bütün bunları bugünkü geriye sıçrayışı önemsizleştirmek için yazmıyorum. Cumhuriyet ile İkinci Cumhuriyet arasındaki sürekiliği sağlayan en kiritik ideolojik ögenin ciddiye alınması için çabalıyorum. Bu öge, anti-komünizmdir.

1920’lerin başında ulusal kurtuluş hareketinin önderliği, sosyalizmin Anadolu’da tutmayacağı tezini iki gerekçeyle açıklıyordu. Sosyalizm Türkiye’ye uygun değildi çünkü Türkiye’de modern sınıflar gelişmemiş, sınıf ayrımları keskinleşmemişti. Ve, sosyalizm bir İslam ülkesinde olanaksızdı.

Yıllar geçtikçe sınıf çelişkileri gelişti ve geriye tek bir dayanak kaldı.

Mesele budur. Bunu kavramadan bugünü anlamak olanaksızdır.