Kötü alışkanlıklar

Kemal Okuyan'ın “Kötü alışkanlıklar” başlıklı yazısı 20 Mart 2013 Çarşamba tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Kimi “ister sulu içerim, ister susuz, benim keyfim” dedi, kimi “kendi susuz mu içiyormuş” diye soruverdi… Anlayacağınız Erdoğan’ın “bugün başımıza ne gelecek” diye ürkerek beklediği salı mesaisi, bu kez rakı sofrasında sonuçlandı.

Kılıçdaroğlu adına Twitter’da “gayda dinleyip, horona eşlik edip, hemşehrilerimizle sohbet ettik” yazılmıştı Ankara’daki Rizeliler Günü’nün ardından. İddiaya göre, CHP Genel Başkanı, bu hatayı yapan iki kişiyi görevden almış ama olan olmuştu. Başbakan Erdoğan, “bunlar rakıyı suyla içermiş…” diyerek, CHP liderini sarhoşlukla suçlamıştı.

Bir kere ortada dalga geçilecek bir hata olup olmadığı da tartışmalı. Başbakan’ın “gayda”nın yalnızca İskoçya’da kullanılan bir müzik aleti olduğunu düşünmesi şaşırtıcı değil. Biraz ansiklopedi karıştırıyor, birkaç şair ezberliyor, danışmanların yazdıklarını tekrarlıyor. Okumayla ilgisi bu kadar. Konuşmadan önce az araştırsa, “tulum” bazlı entrümanların çok geniş bir coğrafyada kullanıldığını, birçok ülkede bunlara “gayda” dendiğini öğrenirdi. Neredeyse bütün Balkan dillerinde “gayda” var, bizim Trakya’da da… Özetle, Erdoğan’ın İskoçya’ya kadar gitmesine gerek yok.

Susuz veya sulu rakı içmesine de…

İçmeden de mümkün.

Bizzat Başbakan’dan biliyoruz.

Daha dün Suriye’ye “düşmanımız” dedi örneğin. Düşman ilan ettiğin her ülkeyle savaşmazsın elbette ancak yine de bir devlet için düşman tanımı “savaş hali”ni illa ki kapsar. Padişah hazretleri “düşman” dediyse, Meclis-i Mebusan’a kös kös oturmak düşer. Her ne kadar Kanûn-ı Esâsî’ye göre savaş ilan etme yetkisi Meclis’te olsa da…

Bu rahatlık nereden geliyor? Susuz ya da sulu, rakı içmediğine göre…

On yıl beş gün olmuş, rekor kırmış, Menderes’i geride bırakmış. Demek ki, on yıl beş gündür sabah akşam insanlara hakaret ediyor, bol keseden sallıyor, gaf üstüne gaf yapıyor ve de bütün bunları sulu ya da susuz yardım almaksızın beceriyor!

Önceki gün trafik kazasında yaşamını yitiren iki genç kızın cenazesinde “kötü alışkanlıklar”dan söz ederek ölen kızlara ilişkin imada bulunan din görevlisi de muhtemelen, sulu ya da susuz, hiçbir biçimde ağzına değdirmiyordu. Kendi deyimiyle “kötü alışkanlığı” yoktu ama bu onun kötücül olmasına hiçbir biçimde engel değildi.

Herkese yaşam boyu ağırlaştırılmış hapis cezası öngören savcı, Hacettepe Üniversitesi’nde öğrencilere zehirli gazlarla saldırılmasını emreden polis şefi, “doğru işler yapmanın yolu, doğru siyasi tercihler yapmaktan geçer” diyerek AKP’ye geçen sabık CHP’li Salih Fırat, şu son birkaç günün öne çıkan diğer figürleri… Sulu ya da susuz, bu mereti içmeden yapmışlar yapacaklarını.

İçkisiz de oluyor anlayacağınız. İçkisiz de sapıtıyor, içkisiz de kaza yapılıyor, içkisiz de cinayet işleniyor, içkisiz de palavra sıkılıyor, içkisiz de yalan söyleniyor.
Hal böyleyken, bu adam neden ikide bir insanların içkisiyle, rakısıyla uğraşıyor?

Toplumsal yaşamın dinsel kurallarla şekillendirilmek istenmesi… Tamam. Ama bundan ibaret değil mesele.

AKP karşısındakini geriletmeden iktidarda kalamaz. Biliyor ki, muhataplarının bir bölümü -ki bunlar arasında CHP’liler de var solcular da- “aman dikkat edelim, koz vermeyelim” diyecek, kendi kendileri üzerinde baskı kuracak.

Sembollerle, efsanelerle, kutsallıklarla, tabularla, linç kültürüyle yaşayan bir toplumda insanların kendi kendinden utanır hale gelmesi, özgüvenlerini yitirip kolay teslim olması için sürdürülüyor bu tantana.

Kötüler yani…

Artık ne içiyorlarsa!