Kılıçdaroğlu’nun söyledikleri ve söylemedikleri...

Kemal Okuyan'ın “Kılıçdaroğlu'nun söyledikleri ve söylemedikleri...” başlıklı yazısı 3 Ocak 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara temsilcimiz Hatice İkinci’nin yönelttiği sorulara verdiği yanıtları iki gündür soL’dan takip ediyorsunuz. Öncelikle Sayın Kılıçdaroğlu’nu, röportaj önerisini hiçbir koşul ortaya koymadan kabul ettiği, “bu konuyu açmayalım” türünden kısıtlamalara gitmediği ve gazeteye göre şerbet vermediği için kutlamak gerekiyor. Söylediklerine ise katılmamak!
CHP’nin iç tartışmalarına müdahil olmak, soL gazetesinin işi değil. Bunları haber değeri olduğu sürece yansıtmaya çalışıyor, duyduğumuz “iç dedikodu”ların önemli bir bölümüyle “gazeteci” olarak hiç ilgilenmiyoruz.

Zaten, soL gazetesi, daha okurla buluşmadan önce, sosyalist karakterde bir gazete olacağını, olayları sosyalist bir perspektifle ele alacağını ilan etmişti. Bu doğrultudaki bir yayıncılıktan yararlanmak isteyen, ona katkı koymayı arzu eden herkese açık bir gazeteydi soL öyle olmaya da devam edecek. Bu bağlamda Cumhuriyet Halk Partisi’nin tarihsel ve güncel misyonları ile soL’un sosyalist karakteri arasında farklılık değil, karşıtlık olduğu açık.

Öte yandan, CHP tabanının bir bölümü bu karşıtlığın farkında değil veya önemsemiyor. Üstüne, CHP’nin yönetici organlarında, yerel yönetimlerde veya meclis grubunda sosyalist olduğunu söyleyen küçümsenmeyecek sayıda kişi var. soL’da düzenli yazanlar arasında iki CHP milletvekili bulunuyor örneğin.

Sonuçta, CHP ve sosyalistler arasındaki ilişki, üzerinde durulması gereken ve çözüm bekleyen bir sorun olarak duruyor.Bununla birlikte, sosyalist solla CHP arasındaki, çoğunlukla sosyalist hareketin zararına gelişen ilişkilerin tarihsel seyrine burada girmeye niyetim yok.
Ancak Sayın Kılıçdaroğlu’nun söylediklerini önemsemek durumundayız.

Öncelikle, bazı başlıklarda siyasi iktidara tepki veren tek partinin CHP olduğu iddiasına değinmek istiyorum. Bu doğru değil, birçok başlıkta doğru değil.

Örneğin AKP’nin Suriye politikasına oldukça geniş bir kesim karşı koyuyor, bunlar arasında farklı siyasi parti ve gruplar da var. CHP ise Suriye konusunda gözle görülür gelgitler yaşadı, yaşıyor da. Yine kimi önemli konularda CHP, bazı milletvekillerinin kişisel girişimleri dışında bir parti olarak suskun kalmayı tercih ediyor.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin Meclis’teki ikinci parti olması ve seçimlerde geniş bir kesimin başka seçenekleri bırakarak dönüp dolaşıp her defasında CHP’ye oy vermesi, toplumda iz bırakan mücadelelerin CHP’ye yazılması sonucunu doğurmamalı. Sokaktaki denge ve dinamikler Meclis’e yansısaydı, bugün çok farklı bir ülkede yaşıyor olurduk.

Ama bilinmeli ki, işbirlikçiliği ile, gericiliği ile, piyasacılığı ile alabildiğine saldırgan işlere yönelmiş bir iktidara karşı tutarlı bir siyasi hatta sahip olmadan etkili siyaset üretmek de olanaksız.

NATO örneğin. Suçu ABD ya da NATO’ya atıp AKP’yi aklamak elbette mümkün değil ama NATO üyeliğinin bu ülkeye nelere malolduğunu görmeden, NATO’nun dünya için nasıl bir tehdit olduğunu kavramadan AKP’nin bölgesel açılımlarına karşı durmak mümkün olabilir mi?
Sayın Kılıçdaroğlu, NATO üyesi bir Türkiye’nin barışçı ve bağımsız bir ülke haline gelebileceğini söylüyor. Söylediğine inanıyorsa bir sorun, inanmıyorsa başka bir sorun.

Oysa NATO ve ABD’yle karşı karşıya gelmeden AKP’nin dış politikasını eleştirmenin pek mümkün olmadığı tartışılmayacak bir gerçek.
Laiklik konusunda da aynı...

Bizim Hatice İkinci, çok uğraşmış ama CHP liderine “laiklik tehlikede” dedirtememiş. Ben de laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum, Türkiye’de laikliğin kalmadığı iddiasındayım! Bundan on yıl öncesine ilişkin kaydımız, rezervimiz ne olursa olsun, bugün Türkiye’de farklı bir tablo var. Dinsel kuralların toplumsal ve siyasal yaşamı giderek daha fazla belirlediğini görüyoruz.

Ancak Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin laik olduğunu ve AKP’nin bunu pek değiştiremediğini söylemiş oluyor.

Laiklikten ne anlaşıldığına bağlı…

Kılıçdaroğlu’nun laiklik tanımında da bir terslik var. Başka konuşmalarında da hep laikliğin din ve vicdan özgürlüğünün garantisi olduğunu vurguluyor. Doğru olabilir ama bu yalnızca bir sonuç. Laikliğin en önemli özelliği, hiç tereddütsüz, din kurumunun siyaset alanının dışına çıkarılmasıdır. Bunu söylemeden bir laiklik tanımı geliştirilip, sürekli “laiklik dinsizlik değildir” türünden bir savunmaya girilince ortaya hortumu, bacakları ve kuyruğu olmayan bir fil çıkıyor. Böyle bir laikliğin tutar tarafı kalmaz ki!