Karşı-devrim, sosyalizm ve cepheleşme notları

1. Türkiye, 2010 yılına hâlâ çok kabaca bir tarafında AKP’nin, diğer tarafında askerin konumlandığı bir siyasal eksende yaşanan gerilimlerin belirleyiciliğinde girdi. Bunu hiç istemeyenler dahil, bütün siyasal aktörler kısa sayılmayacak bir süredir bu eksen üzerinde fotoğraf vermekte.

2. Burjuva siyasetinde bu ekseni dağıtmaya dönük inandırıcı bir çaba şu ana kadar ortaya çıkmış değil. Zaten bunun koşulları da henüz olgunlaşmadı. Bununla birlikte, “asker” kutbuna daha yakın, hatta bütünüyle angaje gözüken CHP’de bile değişik unsurların bu eksende farklı koordinatlarda durduğunu söylemek gerekir. Aynı şey MHP için de geçerlidir. Her iki muhalefet partisinde AKP’ye daha yakın kesimler bulunmaktadır. Burjuva muhalefetin AKP’nin inandırıcılık sorunu yaşadığında bile inisiyatif alamamasının nedenlerinden biri budur.

3. “Sol” olarak adlandırılan ya da algılanan kesimler içinde söz konusu eksen üzerinde gönüllü ve militan bir tavır alanların varlığı tartışılmaz bir gerçektir. Kendi siyasal varlığını askere ve AKP’ye bağlayan ama “sol” olduğunu ileri süren parti, parti girişimleri ya da grupları kolaylıkla sıralayabiliriz. Bunlara ek olarak şu ya da bu tarafa yatırım yapan ama küçük manevralarla bunu örtmeye çalışan kıymetsiz özneleri de bu tabloya ekleyebiliriz.

4. Kürt siyasetinin yakın geçmişi de, başta Öcalan olmak üzere, asker ve AKP’nin ön plana çıkan aktörler olarak belirginleştiği bu eksende nereye yerleşilmesi gerektiğine ilişkin bir kararsızlıkla maluldür. Öcalan’ın en son AKP’de karar kılmasının bu kararsızlığa nokta koymak anlamına gelmediği bir kenara not edilmelidir.

5. Türkiye’nin geleceği bu ekseni dağıtacak, en azından bu eksenin toplumsal ve siyasal dinamikleri kendisine tabi kılıcı ağırlığını azaltacak bir yeni eksenin yaratılıp yaratılamayacağına bağlıdır.

6. Bu eksenin baskın, inisiyatif alan tarafı olarak AKP’nin son yıllarda elde ettiği mevzilerin bizzat eksenin kendisinde önemli oynamalara neden olduğu hesaba katılmalıdır. Bu bir bilek güreşi değildir. Bu, büyük uluslararası güçlerin bölgesel açılımları, Türkiye burjuvazisinin iktisadi ve ideolojik tercihleri, ülkenin önemli siyasal ve ideolojik aktörlerinin kurguları ve elbette sınıf mücadelelerinin sermaye cephesinden gereksinimleri ile emek cephesinin bu gereksinimlere karşı koyabilme yeteneği ile bağlantılandırılabilecek bir büyük dönüşüm projesidir.

7. Asker ile AKP’nin baskın karakterler olarak karşımıza çıktığı eksen üzerinde bu dönüşüm projesi durdurulamaz. Bu eksende AKP’nin elde ettiği güç ve kazanımlar hem AKP’yi, hem askeri, hem eksenin kendisini değiştirmekte ama dönüşüm projesinde yola devam edilmektedir.

8. Asker ile AKP arasındaki gerilimin şiddetlenmesi, bu iki kutup başının “projeleri”nin de giderek farklılaştığı anlamına gelmez. Tam tersine askerin Türkiye’nin dönüşümüne daha fazla ikna olması ve bu dönüşümde rol talep etmesi, trajik biçimde AKP’nin işini zorlaştırmaya başlamıştır.

9. Asker ile AKP arasındaki gerilim ekseni bu bağlamda bir köprü olarak da tarif edilebilir. Köprünün ayakları piyasacılık ve Amerikancılıktır.

10. Gerilim suni değildir, danışıklı dövüş hiç değildir. Türkiye büyük bir ülkedir, büyük bir ülke olarak Türkiye ve çok daha büyük bir bölge için yine büyük uluslararası güçler devrededir. Bu koşullarda Amerikancılık ve piyasacılığın birbirine bağladığı aktörlerin dar alanda gerilmesi, hatta çatışma noktasına gelmesi şaşırtıcı değildir.

11. Bununla birlikte, buradan bir “iç savaş” çıkmaz. Türkiye’de yaşananların tarihsel önemine işaret etmek, ülkenin aydınlıkla karanlık arasında gidip geldiğini ifade etmek için ağırlıklı kavramlar kullanmak gerekebilir ama “iç savaş” Türkiye’nin başına bela olan eksendeki hareketliliği ifade etmek için pek uygun değildir. "İç savaş" ağır bir kavramdır, bu eksen bu ağırlığı taşıyamaz.

12. İç savaş, toplumu ve bütün siyasal güçleri hızla taraflaşmaya zorlar. Asker ve AKP’nin uçlarda durur gibi göründüğü eksenin ülke gündeminin belirlenmesindeki mutlak ağırlığı bu anlamda aldatıcıdır. Asker ve AKP arasında toplumsal açıdan algılanabilir ve bir sadeleşmeye izin verecek bir proje farklılaşması söz konusu değildir. Süreç gerilimi tırmandırsa da, her iki ucu daha radikal siyasal ve ideolojik pozisyonlara itmemekte, tersine her iki odak birbirine yakınlaştıkça hır çıkmaktadır.

13. Solun bu eksende bir taraflaşmada konum alması Türkiye’nin mutlak karanlığa teslim olmasıdır. İç savaş saptaması solu bu türden bir kutuplaşmaya ister istemez mahkum kılacağı için tercih edilmemelidir.

14. Daha önemlisi, asker-AKP ekseninin Türkiye’yi karşı-devrimci bir yöne doğru sürüklediği gerçeğidir. Bu eksendeki hesaplaşmada taraflardan hangisi kazanırsa kazansın, Türkiye’yi emekçi halk ve sol açısından son derece karanlık bir dönem bekleyecektir. Bu dönemin içeriğinde anlaşıldığı sürece karşı-devrim kavramında ısrarın ya da ona dönük vurgunun bir önemi bulunmamaktadır.

15. AKP’nin karşısında hiçbir önemli direnç kalmadığında Türkiye’nin neye benzeyeceği, eğer bir Türkiye’den söz edebileceksek, üç aşağı beş yukarı bellidir. Askerin AKP’ye diz çöktürmesinin bundan daha hayırlı olmaması, böyle bir olasılığın hiç olmadığını söylediğimiz yakın geçmişten bugüne AKP’nin elde ettiği mevzilerle ilgilidir. Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi değildir ve daha önce AKP’nin temsil ettiği zihniyet karşısında direnç oluşturmaya çalışan askerin ufku ve yönelimi AKP eliyle değiştirilen Türkiye’nin sınırlarını aşmamaktadır. Bu cepheye laiklik açısından yüklenecek olumluluklar Kürt düşmanlığıyla dengelenmekte ya da yok edilmektedir. Daha açık konuşacak olursam, söz konusu eksende askerin zaferi, başka şeyler bir yana, Kürtlerin bütünüyle dışlanması ve kopması anlamında açık bir karşı-devrimci süreç olarak karşımıza çıkacaktır. Yine askerin dün ve bugün AKP’yi zor durumda bırakabileceği için olumladığı emekçi dinamizmini inisiyatifi ele geçirdiğinde hızla yok etmeye yöneleceğini söylemek, klasik “asker düşmanlığı”na prim vermek değil, sınıfsal ve ideolojik gerçeklerden hareket etmektir.

16. Burada orta yolculuk filan tutmaz, sürece direnç üretmek esastır. Baştan beri tarif ettiğimiz eksende bir direnç odağı hiçbir biçimde yaratılamaz. AKP’ye yazan, ona yüklenen ve onun yüklendiği misyon, askeri de, başka aktörleri de peşinden sürüklemektedir.

17. Bu ekseni dağıtmak, en azından belirleyiciliğini ortadan kaldırmak gerekir ve bu bugün zor olmakla birlikte mümkündür.

18. Gerekli olan siyasal cesarettir.

19. Daha fazla sosyalizm vurgusuna, daha fazla cumhuriyetçilik, daha fazla yurtseverlik vurgusu eklenmelidir. Aydınlanmacılık halkçı bir zeminde artık paçavraya dönen burjuva modernizminden kurtarılmalıdır.

20. Yeni bir eksen, bugünkü mevcut ve Türkiye’yi felakete götüren eksende konumlanan birçok toplumsal ve siyasal aktörü yeni bir taraflaşmaya zorlayacaktır. AKP’nin başat konumu ve ideolojik kimi kırılmalar nedeniyle Türkiye’de sosyalizan bir çıkışı sahiplenecek toplumsal ve siyasal aktörlerin ağırlıklı olarak eksenin ortasındaki çizginin asker tarafına meyletmesi, sosyalist hareket açısından ne bu ekseni ne de bu eksenin “asker” kutbunu meşrulaştırır. AKP’nin ekmeğine yağ sürmeden bu “arıza”yı düzeltmek gerekir. Verili eksen üzerinde AKP’ye karşı konumlanmayı sözde reel politiker bir tutum olarak tek gerçek çıkış yolu gibi göstermeye dönük girişimlerin etkisi büyük bir hızla azalmaktadır. Bu fırsat değerlendirilmelidir.

21. Sol, asker-AKP eksenindeki gelişmeleri dikkatle izlerken, bu karmaşada nasıl konumlanacağına ilişkin yorucu ve anlamsız bir mesai yerine, bu ekseni nasıl dağıtacağına ve bir sadeleşme işlemini nasıl hızlandıracağına odaklanmalıdır.